Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Mart 2017 Salı

 DOĞAL İŞSİZLİK, İŞSİZLİK HİSTERESİSİ VE TÜRKİYE BAĞLAMI

İşsizlik ve enflasyon ekonomilerin iki kötüsüdür. Dolayısıyla temel ekonomi politikalarını uygulayanlar  bu iki kötüyü ortadan kaldırmak için ekonomiye müdahale ederler. Fakat hiç bir zaman bu ikisini sıfıra indirmek ekonomiler için istenen bir durum değildir. Ekonomilerde asıl istenen enflasyon ve işsizlik oranlarını makul bir seviye indirmektir.

 İktisatçılar çoğu zaman işsizliği azaltmak için genişletici politikalar uygularlar. Bu şekilde işsizlik oranları düşmekte fakat karşılığında enflasyon oranında bir artış meydana gelmektedir. Yada enflasyonu düşürmek için uygulanan politikalar işsizliği körüklemektedir.  Burada bahsettiğimiz aslında 1970 yıllara kadar geçerliliği koruyan Phillips analizidir. Phillips analizinde kısa dönemde işsizlik oranı ile enflasyon oranı arasında negatif ilişki olduğunu ortaya koymuş ve bu analiz Keynesyen ekonominin temel analizlerinden biri olmuştur.

Fakat 1970'lü yıllara geldiğimizde phillips analizi yaşanan stagflasyonla ( yüksek işsizlik + yüksek enflasyon ) birlikte tartışılır hale gelmiştir. Bu dönemde Keynesyen anlayışın tartışılır hale gelmesiyle birlikte Milton Friedman gibi parasalcı iktisatçıların yapmış olduğu uzun dönemli phillips analiziyle beklenen enflasyonun gerçekleşen enflasyona eşit olması durumda phillips eğrisinin uzun dönemde Doğal İşsizlik seviyesinde dikey olacağını ortaya koymuş ve bu teori kabul görmüştür.

Doğal işsizlik teorisine göre; iktisat politikalarıyla ekonomik büyüme ne kadar sağlanırsa sağlansın işsizlik oranları belli bir seviyenin altına düşmemektedir ve bu işsizlik oranı doğal işsizlik oranı olarak kabul edilmiştir. Bu işsizlik oranı ekonomiler için makul görülen bir orandır ve tam istihdam işsizlik oranıdır. Ekonomi politikalarıyla giderilmesi mümkün değildir.

 1970 sonrasında uygulanan makro ekonomik   politikalar sonucunda enflasyon ve işsizlik oranları düşürülmeye çalışılmış. 1990'ların başından itibaren ülkeler enflasyonla mücadelede başarı elde etmiş Türkiye'de ise 2001 yılından itibaren enflasyon kalıcı bir şekilde dizginlenmiştir.

  Fakat işsizlik oranlarında enflasyonda olduğu gibi istenen seviyelere geri dönmemiştir.  Doğal işsizlik teorisine göre ekonomide ortaya çıkan şoklar sonucu işsizlik oranlarında artış geçici bir durumdur. Ekonomi işsizlik oranları uzun dönemde uygulanacak politikalarla tekrardan doğal işsizlik seviyesine döneceği yönündedir. Ancak Olivier Blanchard ve Lawrence Summers ortaya atmış oldukları İşsizlik Histerisi' ne göre; cari dönemdeki işsizlik oranları geçmiş dönemdeki işsizlik oranlarına bağlı olduğunu, geçmişte yaşanan bir şok sonucu artan işsizlik oranın kalıcı bir etki yarattığını ortaya atmıştır. Ortaya atılan bu teoriye göre şok sonucu ortaya çıkan  işsizlik oranı bir önceki işsizlik oranına dönme eğiliminde olmadığıdır. İşsizliğin eski seviyesine dönmemesini birden çok sebebi vardır. Bunların başında sendikaların vermiş olduğu mücadele sonucunda reel ücretlerin daha da düşmesine engellemesidir. Sendikalar reel ücretlerin baskılayarak işsizlik oranının sıfır yaklaşmasını engellemektedir. Diğer bir neden ise günümüzde devletlerin uygulamış oldukları asgari ücret uygulamasıdır. Asgari ücret uygulaması ücretlerin düşmesini engellemekte ve piyasada işsizliğin düşmemesine yol açmaktadır.   Bu şekilde işsizlik eski seviyesine dönmesi gecikmektedir.

Histeris pek çok bilim alanında yer almaktadır. Fizikte yer alan anlamı ekonomide geçerli olan kullanış amacına daha yakındır. Örneğin yüksek sıcaklıkla  genleşen bir demir parçasının hacmi artmakta ve eski haline dönmesi uzun zaman almakta ve bu dönüş eski haline tam gelmemesiyle sonuçlanmaktadır. Örneğe bakıldığında da işsizlikte benzer durumda olabilmektedir.

 Türkiye'de uzun dönem yüksek işsizlik mücadele etmiştir. 1980-2000 yılları arasında Türkiye'de işsizlik oranı ortalama %8 civarında seyretmiştir. 2001 krizi sonrası işsizlik oranı %8 oranı üzerine çıkmış sonrasında uygulanan politikalar sonucunda 2004 yılında düşme eğilimine girmiş. Fakat sonrasında artış devam etmiş ve aşağıdaki grafikte de görüleceği üzere 2008 krizinin etkisiyle 2009 yılında %14'ün üstüne çıkmıştır.



KAYNAK: MERKEZ BANKASI 

2000 yılı öncesi ortalama işsizlik oran %8 olmuştur ve bunu doğal işsizlik oranı kabul edebiliriz. 2001 krizi sonrası ortalama işsizlik oranı %10 civarında gerçekleşmiştir. Peki, Türkiye'de histeris etkisi söz konusunu mu?  Yapılan ekonometrik çalışamalar bunun bu yönde olduğudur. Bahsettiğimiz verilere bakıldığında işsizlik seviyesinin tekrardan %8'e dönmemesi histeris etkisinin varlığından dolayıdır. 2000 sonrası enflasyon oranında ciddi bir düşüş olmasına rağmen ekonomik büyümeyle birlikte işsizlik oranında istenen düşüş olmamıştır.

 Son ekonomik verilere  bakıldığında 2016 yılı işsizlik oranı   ortalamanın son derece üstünde gerçekleşmiştir. İşsizliğin yükselmesi mevcut ortalamayı yukarı çekmekte ve Türkiye için kabul ettiğimiz doğal işsizlik oranını yükseltmektedir. Bu noktada politika belirleyiciler etkin ve yapısal politikalarla ekonomiye müdahale edip, işsizlik ve enflasyon oranlarını düşürmelidirler.




KAYNAKÇA

  • Mahfi Eğilmez/ Kendime Yazılar
  • Ege Akademik Bakış/  Taha Bahadır Saraç/ İşsizlikte Histeris Etkisi/ cil:14, sayı:3 2014 

11 Mart 2017 Cumartesi

KÜRESEL KRİZ VE YENİ POLİTİKALAR- NEGATİF FAİZ-EASY MONETARY POLİCY


  2008 küresel krizle birlikte dünyada  ekonomiler, krizden kurtula bilmek için pek  çok politika ile ekonomiye müdahale etmeye başladılar.
  Küresel krizin ardında başlıca merkez bankaları ( FED, ECB ve JAPON MB vb. ) şimdiye kadar alışık olmadığımız para politikası araçlarına yöneldiler. Özellikle gelişmiş ekonomiler düşük büyüme ve yüksek işsizlikle karşı karşıya kalınca, ekonomide tekrar canlanmayı sağlamak üzere genişletici para politikalarına yöneldiler.
  FED ve AB merkez bankası  ekonomileri yaşanan deflasyon dan kurtarmak aynı zamanda enflasyon oranını %2 civarında tutarak  belli bir ekonomik büyümeyi yakalaya bilmek üzere iki temel politika aracı belirlediler. Bunlar;
Easy Monetary Policy ve Negatif Faiz politikasıdır (Negative Interest Rate Policy).

  FED 2008 krizi sonrası piyasadan çok fazla tahvil alarak piyasaya likidite aktarmış bu şekilde ekonomide yatırımları artırıp, ekonomide canlanmayı sağlamayı hedeflemiştir. FED bu genişlemeyi uyguladığı sıfır olan  faiz ( Zero Interest Rate Policy ) oranlarıyla desteklemiştir. FED uyguladığı bu politikaların meyvelerini 2014 yılının ikinci çeyreğinde %3,9'luk büyüme oranıyla toplamıştır. Üstelik bu büyüme %1.9'luk enflasyon rakamıyla yakalanmıştır. Bu gelişmelerinde etkisiyle FED genişletici politikaları azaltmaya başlamış ve günümüze kadar bir dizi faiz arttırımına gitmiştir.

  AB Merkez Bankası ( ECB ) uyguladığı genişletici para politikası ( Easy Monetary Policy ) Amerika'da olduğu gibi istenen sonuçları vermemiştir. ECB krizle birlikte gündeme gelen yeni bir politika olan Negatif Faiz uygulamasına geçmeye başlamıştır. 2014 yılında ECB  Başkanı Mario Draghi Euro kullanan  Avrupa Ülkelerinin Negatif Faiz Oranı Politikasına (Negative Interest Rate Policy) geçtiğini duyurmuştur. Avrupa Birliği Merkez Bankası bu hamlesiyle ekonomiyi canlandırıp deflasyonu önlemeyi amaçlamıştır.

  Peki negatif faiz uygulaması ne anlama gelmekte? Faiz ekonomide tasarruf sahiplerinin tasarruflarını ödünç vermenin karşılığı olarak aldıkları bir orandır. Bireyler tasarruflarını bankaya mevduat hesaplarına yatırarak buradan faiz geliri elde etmektedir. Eğer bir ekonomide faizler çok yüksekse elinde para bulunan kişiler bu paraları yatırıma dönüştürmek yerine faize yatırıp risksiz gelir elde ederler. Bu durum ise ekonomiler için istenen bir durum değildir.Küresel krizle birlikte ekonomilerin yaşanan deflasyondan çıkarılması isteniyorsa eğer düşük faiz gerekmektedir.

   Negatif faiz ise bu bahsettiğimiz faiz tanımının tersi bir durumdur aslında. Tasarruf sahipleri negatif faiz uygulaması durumda, bankaya para yatırdıklarında artık faiz geliri alamayacak üstüne üstlük bankaya para vermek zorunda kalacaklardır.
  Negatif faiz politikasıyla Merkez Bankaları, bankaları kasalarındaki paraları MB'na yatırmak yerine artık piyasaya kredi vermeleri noktasına itmektedir. MB negatif faiz uygulamasıyla bankalara şu mesajı vermektedir, paranızı bana yatırmayın, para vermem üstüne sizden faiz alırım.

  ECB bu politikika ile EURO bölgesinde ekonomik canlandırmak ve enflasyon beklentisini yükseltmeyi amaçlamaktadır. ECB'nin negatif faiz uygulaması hala devam etmektedir fakat henüz istenen ekonomik canlılık tam olarak yakalanamamıştır. ECB genişletici politikalara 2017 yılında
son aldığı kararla devam etmektedir. Negatif faiz uygulamasına 2016 yılında Japonya'da dahil olmuştur. Japonya da negatif faiz uygulamasıyla ekonominin içinde bulunduğu deflasyondan kurtarıp talebi arttırmayı amaçlamıştır. Japonya negatif faiz oranıyla tasarrufları yatırıma dönüştürmeyi hedeflemektedir.
Görüldüğü üzere negatif faiz uygulaması gelişmiş ekonomilerde uygulama alanı bulmuştur. Bu ülkeler hali hazırda düşük enflasyonla birlikte düşün faiz oranları mevcuttur. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde negatif faiz uygulaması pek mümkün değildir. Çünkü yüksek faiz uygulayan bu ülkelerde, faizlerin negatife çekilmesi yüksek sermaye çıkışına ve yüksek cari açıklara yol açıp ekonomik dengesizlikler yaratacaktır.




Kaynakça:


  • Finansal Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi • Cilt 7 • Sayı 13 • Temmuz 2015,
  • https://tcmbblog.org/tr/negatif-faiz-orani-cazibesini-kaybediyor-mu/

8 Mart 2017 Çarşamba

 MERKEZ BANKASININ ENFLASYON HEDEFİ NE KADAR TUTACAK ?



  Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de Merkez Bankası temel olarak para ve kur politikalarını düzenlemek ve banknot dolaşımını sağlamaktan sorumludur. 11 Haziran 1930 tarihinde  kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyet  Merkez Bankasının temel amacı, fiyat istikrarını sağlamaktır. Banka ayrıca, finansal sistemde istikrarın sağlanması ve para ve döviz piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirleri almakla da görevlendirilmiştir. 

  Merkez Bankası temel amacı olan fiyat istikrarını sağlarken bunu elinde bulanan araçlarla gerçekleştirmektedir. Ülkemizde gerçekleşen temel sorunların başında enflasyon gelmektedir. 
  Merkez Bankası her yıl gelecek yıl için enflasyon tahmininde bulunmaktadır ve bu tahmin 2017 yılı için %5 olarak açıklanmıştır. Enflasyon hedefleri için %2  sapma ihtimali makul kabul edilmektedir. Örneğin 2017 yılı için gerçekleşen enflasyon oranı %7 gerçekleşirse bu makul kabul edilecektir. 2016 yılı için hedeflenen enflasyon oranı %5 iken gerçekleşen %8,53 olarak gerçekleşmiştir. Hedeften %3.53 kadar bir sapma vardır ve %2 oranı geçilmiştir. Enflasyondaki artışların birden çok nedeni vardır. Örneğin; kurdaki değişmeler, maliyetlerde ve mal fiyatlarındaki artışlar örnek gösterilebilir.

  2017 yılına geldiğimizde 2016 yılında artmaya başlayan döviz kurları 2017 yılında da artmaya devam etmiştir. Kur karşısında TL ise değer kaybetmeye devam etmiştir. Kurdaki bu yükselişin iç ve dış olmak üzere birden fazla sebebi vardır. ABD'de Trump'ın iktidara gelmesi, FED'in faiz artırması olasılığı, dış politikada yaşanan çatışmalar, 15 Temmuz darbe girişimi, ülkede yaşanan terör olayları, siyasi istikrasızlık, demokratik olmayan tutum ve davranışlar, AB ile yaşanan gerilimler, kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye'nin kredi notunu düşürmesi ve Merkez Bankasının kura zamanında ve doğru araçlarla müdahale etmemesi kurun sürekli yükselmesine neden olmuştur.

 Peki kurdaki artış özellikle USD/TL kurundaki artış neye sebep olmakta ?
   Kurun yükselmesiyle beraber ithalat daha pahalı hale gelmektedir ve ithalat yaparak üretim yapan firmaların daha yüksek maliyetlerinin altına girmesine neden olmaktadır. Yaşanan bu maliyet artışı fiyatlar genel seviyesini yükseltmekte ekonomide maliyet enflasyonuna yol açmaktadır. Ekonomide yaşanan bu kur artışı sonucu 2017 yılı Şubat ayı enflasyon rakamı %10,13 olarak gerçekleşmiştir. 
  Görüldüğü üzere henüz yılın ilk 2 ayında enflasyonun, hedefin çok uzağında olduğu ve yıl sonunda hedefin çok üzerinde gerçekleşeceği aşikardır. Birde buna gıda fiyatlarındaki artış eklenince pek iç açı bir durum söz konusu değildir. 

Ekonomide yaşanan bu gelişmeler karşısında  "Merkez Bankası kurdaki bu artışı nasıl durdurabilir ?" sorusu haklı bir sorudur. MB faizleri artırarak kurdaki bu artışı engelleme ihtimaline sahiptir. Merkez Bankası kurdaki artışı faizleri artırarak kesebilir bu şekilde enflasyonu da frenleyebilir. Şimdi bunu aşağıdaki grafikle daha net görelim; 

 Grafiğin dikey ekseninde faiz oranları, yatay ekseninde ise enflasyon oranı yer almaktadır. A noktası MB'nın belirlemiş olduğu %5 olan enflasyon hedefidir. 2016 yılı sonunda faiz oranı %8,53'tü ve B noktasındaydı. Ekonomide 2017 yılı Ocak ayında kur artmaya devam etmiş bununla beraber enflasyonda artma eğilimine girmiş ve C noktasına doğru hareket etmiştir. MB kurdaki bu artışı doğrudan şok  faiz artışıyla engelleyerek enflasyonun önüne set çekerek E noktasına gelebilirdi. Fakat bunun yerine likiditeyi sıkıştırarak piyasada döviz miktarını artırmaya gitti. MB'sı kısa vadeli faizleri sabit tutarak kurun daha yükselmesine buna bağlı olarak enflasyondaki artışında devam etmesine neden olmuştur. MB artık daha da  yükselen enflasyon karşısında, faizi E noktasındaki orana nazaran daha yüksek bir faize yani D noktasına çıkarmak zorunda kalabilir. Eğer MB'sı faizleri artırmak yerine likiditeyi sıkıştırmaya devam ederse kurlardaki artışı engelleyemeyecek buna bağlı olarak enflasyon daha yükselecektir. 
Merkez Bankası enflasyon hedefine ulaşmak istiyorsa faizleri biran önce artırmak zorundadır. MB'nın kanuna bakıldığında araç bağımsızlığına sahip olduğu görülsede siyasi baskılardan dolayı bunu gerçekleştirememekte. MB kura etkin şekilde  müdahale etmedikçe TL değer kaydetmeye enflasyon yükselmeye devam edecektir.

Grafik Kaynak:  http://www.mahfiegilmez.com / Mahfi Eğilmez/ Kendime Yazılar