Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

11 Eylül 2018 Salı

İktisattın Felsefeden Sıyrılması Çabası


     Bugün bilim olarak tanımlanan “Sosyal Bilimler” ve “Doğa Bilimleri” antikçağ felsefesinin içinde bağımsız birer disiplin olarak var olmayıp felsefi düşüncenin içinde felsefi bir söylemle yer almakta idiler. Fakat zaman içerisinde felsefe dışındaki bilimlerde yaşanan değişim sonucu önce doğa bilimleri felsefeden ayrılmış her biri kendine has bir metodoji geliştirmiş ve bağımsız birer disiplin haline gelmiştir. Daha sonra bağımsız birer disiplin olarak var olma çabasını başarıyla sonuçlandıran doğa bilimlerini sosyal bilimler izlemiştir.

     Diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi iktisat ve felsefenin kökenleri çok eskiye dayanmaktadır. Fakat antik felsefe döneminde iktisat bağımsız bir bilim değildi. Filozoflar temelde felsefe bilimi ile uğraşmakta, iktisat ise felsefi söylemler içerisinde yer almaktaydı (Özveren, 2011:17). Bu durum 18. yüzyıla kadar sürmüştür. 18. y.y’ı iktisatın bir bilim olarak tarih sahnesine çıktığı dönem diye kabul etmek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu dönem öncesi iktisadi düşünceler tarihi açısından “Merkantilist” ve “Fizyokratlar” olarak bilinen iktisadi düşünceler vardı. Fakat iktisatın bağımsız bir bilim olarak doğuşu Adam Smith’in ünlü eseri “The Wealth of Nations (Ulusların Zenginliği)”ın yayım yılı olan 1776 yılı kabul edilmiştir. Smith’in eseri iktisat biliminin en temel taşlarından biridir ve iktisatın bir bilim olarak varlığının temel teorilerini içinde barındırmaktadır.

     Smith’in eserinde modern iktisatın temelleri atılmış olsa da Smith’in ilgili eserinde felsefi temelli unsurlar varlığını sürdürmüştür. Smith’in “Ahlak Profesörü” olması onun politik iktisadın yanında ahlaki yasalarla da ilgilenmesi ile alakalıdır. Smith yazmış olduğu eserle iktisatın bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkmasını sağlasa da sahip olduğu özelliği onun tamamen felsefeden de kopmamasına neden olmuştur.

     Smith’in 1759 yılında yayınladığı “The Theory of Moral Sentiments (Ahlaki Duygular Teorisi )” adlı eserinde insanın, yalnızca bireysel çıkar dürtüsüyle hareket eden bir varlık değil, aynı zamanda istediğini diğer insanlarla değişim ilişkilerine girerek elde eden bir varlıktır şeklinde de tanımlamıştır. Smith’e göre insanların diğer insanlar tarafından kabul görmek gibi bir çabası vardır. Görüldüğü üzere Smith eserlerinde iktisadi unsurların yanında ahlaki ve felsefi unsurlara da yer vermiştir.

     Yine aynı dönemler yaşamış ve bugün için önemli iktisatçı veya sosyal bilimciler olarak kabul edilen Karl Marx ve Max Weber çalışmaları ile iktisatın bağımsızlık mücadelesine katkıda bulunsalar da onlar da Smith gibi felsefi unsurlardan tamamen kopamamışlardır (Özveren, 2,011:17).
 Özellikle Marx iktisatın sığlığını felsefe ile gidermeye çalışmış ama bu alanda diğer Marksist iktisatçıların felsefi yanları zayıf kaldığından destek görememiş ve bu konuda istediğine tam anlamıyla ulaşamamıştır. Eğer bu durum gerçekleşme imkânı bulsa idi iktisat tekrar felsefenin içerisinde yer almış olacaktı (Özveren, 2011:21).

Sıyrılmanın Net Adımı “ Marjinal Devrim “


     19. y.y’ı iktisatın felsefe ve diğer sosyal bilimlerden sıyrılması noktasında bir dönüm noktası olarak görmek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu noktada iktisatın ayrı bir disiplin olarak var olma çabası ise doğa bilimlerinde olduğu gibi kendine bir metodoloji bulma çabasıyla başlamıştır. İktisat ve diğer sosyal bilimler birer disiplin olarak ortaya çıkmasıyla epistemolojik temel arayışına giriştiklerinde ilkin felsefeye değil doğa bilimlerine yönelmişlerdir (Yılmaz, 2011:39). Doğa bilimleri bilginin-düşüncenin kesinliğini laboratuvar ortamında deney yaparak ispat etmekte ve bu anlamda bilgiye ulaşmada matematik son derece önemli bir araç olmaktadır.

    19. y.y ’da ortaya çıkan ve kendilerini Neo-Klasik İktisat okulu olarak nitelendiren Alfred Marshall, Léon Walras gibi düşünürler iktisatın metodoloji seçiminde önemli katkılar yapmışlardır. Bu anlamda diğer sosyal bilimlerin temel yöntemleri terk edilerek doğa bilimlerindeki gibi matematiksel unsurlar ile iktisattaki fayda hesaplamaları, tüketici davranışları ve diğer pek çok konuda radikal uygulamalar ortaya çıkarmışlardır. İktisatın bu dönemde felsefeden ve diğer sosyal bilimlerden sıyrılarak bağımsız bir bilim olarak ortaya çıkma çabası son derece ciddi ve kuvvetliydi.

    Neo-Klasik İktisat ile birlikte temelde sosyal bilimler arasında yer alan iktisat doğa bilimlerinin yöntemine yönelerek matematik ile iktisat problemlerini çözmeye çalışmıştır. Bu dönemde yaşanan gelişmeler Marjinal Devrim olarak kabul edilmiş ve Rasyonel İnsan davranışlarına vurgu yapılmıştır. Rasyonel insanların faydalarını maksimum düzeye getirmek için tercihte bulunup tüketim yaptıklarını, yine rasyonel hareket eden insanların karlarını maksimum düzeye getirmek için üretim yaptıklarını ifade etmişlerdir. Neo-Klasik iktisat ekolü maksimizasyonları belirleyebilmek veya faydayı ölçebilmek için yoğun matematik kullanılmaya başlanması, zamanla felsefi ve psikolojik unsurların iktisata yabancılaşmasına neden olmuştur. Neo-Klasik İktisatçıların insanı "Homo Economicus (Rasyonel İnsanı tanımlayan bir terimdir)" olarak tanımlamışlardır.

     Matematiğin iktisatta yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte bilim dalının adı “siyasal iktisat” (political economy) yerine “iktisat” (economics)’a dönüşmeye başlamıştır. Özellikle mantıksal pozitivizmin etkisiyle iktisat somut ve gözlenebilir olgulardan hareketle daha matematiksel hale gelmesi diğer sosyal bilimlerle olan iş birliğini dışlamaya başlamıştır. Siyasal iktisat daha fazla insani davranış ve iktisat dışı davranışları analize katarken, “iktisat” (economics) bundan uzaktır.
İktisatın yöntem arayışlarına yükselen itirazlar

     19.y.y’da sosyal bilimlerde özellikle iktisatta metot arayışı sonucu doğa bilimlerine yakınlaşma söz konusuyken aynı dönemde Alman düşüncesinde önemli bir itiraz yükselmiştir. Söz konusu itiraz sosyal bilimlerin doğa bilimleri ile arasında hem metodolojik hem de ontolojik bir fark olduğunu ifade ederek “Tin Bilimleri” söylemini geliştirmiştir. Bu alanda yükselen bir diğer itiraz ise bilim felsefesi ve doğa bilimcileri kanalından gelmiştir. 20. y.y’ da yoğunlaşan bilim felsefesi tartışmaları, bilimsellik kriterinin 17. y.y’dan beri doğa bilimcilerin söylediği gibi matematiksel ve deneysel olmadığı, sosyolojik gerekçelerin de bilginin kesinliği noktasında etkisinin olduğunu ortaya koymuştur. 20.yy’ın sonuna doğru ortaya çıkan felsefi terminolojideki “Naturalism” eğilimin sosyal bilimlerde ve özellikle iktisatta ilgi görmesi iktisat bilim ile doğa bilimleri arasındaki farkı ortaya koymuştur  (Yılmaz, 2011:40). 20.y.y’da ve sonrasında bilim felsefesi ve bilginin doğruluğu noktasında özellikle iktisat bilimi açısından tartışmalar devam etmektedir.

Sonuç


    Batı düşüncesinde iktisatın felsefeden ve diğer sosyal bilimlerin metotlarından sıyrılarak doğa bilimlerinin yöntemlerini taklit ederek var olma mücadelesi günümüzde hala tartışılmaya devam etmektedir. Özellikle yaşanan ekonomik kriz dönemlerinde krizin temel sebeplerinin sadece matematiksel yöntemlerle açıklanmasının yetersiz kalması aslında iktisatın salt niceliksel bir bilim olmadığını ortaya koymaktadır.  Öte yandan iktisatın bu mücadelesinde nispeten başarılı olduğunu da söylemek mümkündür. Son dönemde yaşanan gelişmeler  ekonominin gerçeklerini ve karmaşık yapısını anlayabilmek için iktisatın matematik dışında farklı yöntemler kullanması gerektiğini ortaya koymuştur. Özellikle ekonomik  davranışları incelerken felsefe, psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi bilimlerden yararlanmak iktisatın topluma daha da yakınlaşması ve çözüm üretmesini katkı sağlayacaktır.

Kaynakça 


  • Özveren, Eyüp (2011), “(Kurumsal) İktisat Felsefe İlişkisi: Ne Senle Ne Sensiz”, İktisattı Felsefeyle Düşünmek ( Derleyenler Ozan İşler- Feridun Yılmaz), 17-21.

  • Yılmaz, Feridun (2011), “Düşünceden Kaçış Çabasının Öyküsü: İktisadın Felsefeden Kopuşu”, İktisattı Felsefeyle Düşünmek ( Derleyenler Ozan İşler- Feridun Yılmaz, 39-40.




28 Ağustos 2018 Salı

"Soft currency" Paralar İle Dış Ticaret Yapmak Mümkün mü?

   "Soft currency" yani "Yumuşak Para" genel  olarak, aşırı duyarlı ve sıklıkla dalgalanan  para birimlerini tanımlamak amacıyla kullanılır. Bu tarz para birimleri  bulundukları ekonomide iç veya dış nedenlerden dolayı ortaya çıkan istikrarsızlıklarda keskin bir dalgalanma yaşarlar. Yumuşak para birimi istikrarsız, diğer para birimleriyle dönüştürülmesi kolay olmayan paralardır. Döviz kurlarındaki dalgalanmalar veya gerçekçi olmayan resmi değişim oranları nedeniyle, yumuşak para birimleri uluslararası ticari işlemlerde pek fazla tercih edilmezler. Bu tarz para primlerinde yatırım kararları ise yüksek risk taşımaktadır. Bundan kaynaklı soft currency paralar spekülatif ataklara açık bir haldedir.
   Yumuşak paralar genel olarak gelişen piyasa ekonomilerinde karşımıza çıkmaktadır. İlgili ülkelerde hükümetlerin güven vermemesi, ekonominin içinde bulunduğu yapısal sorunlar, yetersiz sermaye birikimi ve dışsal şoklara duyarlı olması gibi nedenler ilgili ülkenin parasının "soft currency" olmasına neden olmaktadır. Bu ülkeler dönem dönem dış ticaretti kendi para birimleri ile gerçekleştirmek isteseler de çoğu zaman bu mümkün değildir. 
  Bir ülke parasının yumuşak para olmasını ne belirler?

  • Ülkenin mali ve ekonomik durumu ve görünümü,
  • Ülkenin merkez bankasının politika pozisyonu ve bağımsızlığı,
  • Para biriminin uzun vadeli istikrar ve satın alma gücü,
  • Hükümetin yürütmüş olduğu iç ve dış politikalar,
   Gibi temel durumlar ilgili ülkenin parasının değeri açısından son derece önemlidir. Eğer fiyatlar genel seviyesi istikrarsız ise  özellikle yüksek enflasyon oranı, olumsuz makro ekonomik veriler, gelişmiş ve derin bir finansal sistemin olmaması, yerli paranın yabancı para birimleri karşısından sürekli yüksek miktarlarda değer kaybetmesi, merkez bankasının politikalarının hükümet tarafından eleştirilmesi, şeffaflık ve hesap verilebilirliğin yetersiz olduğu ve hükümetin yaşamış olduğu siyasi sorunlar gibi pek çok neden ilgili para biriminin "soft currency" olmasına neden olmaktadır. Bu tarz para birimleri ile dış ticaret yapmak ve  yatırım kararı almak oldukça güçtür.   

  Yumuşak bir para birimi, finansal krizlere, faiz oranlarındaki değişikliklere, kötü borçlardaki artışlara, siyasi karışıklıklara veya  dalgalanan emtia fiyatlarına dayanamaz. Bugün dünya üzerinde bulunan gelişmekte olan ülkelerin para birimleri çoğunlukla bu şekildedir. Örneğin 2014 yılından bu yana ciddi bir kriz yaşayana Venezuela para birimi bir "mega soft currencydir". Venezuela ekonomisi içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik sorunlar nedeniyle ciddi bir kriz yaşamaktadır. 

  Yan tarafta yer alan haritada dünyada "soft currency" olarak bilinen para birimlerinin bölgesel görünümü yer almaktadır. Haritaya bakıldığında gelişmekte olan piyasa ekonomilerinin para primleri yumuşak para olarak kabul edilir.


  Yumuşak para biriminin dış ticarette kullanımının riskli olduğunu bilen ülkeler çoğunlukla uluslararası ticarette "hard currency" yani sert para olarak kabul edilen para birimlerini kullanırlar. Sert para yada sabit para olarak bilinen bu paralar güçlü bir ekonomik ve siyasal sisteme sahip olan ülkelerin para birimidir. Bu paralarda soft currency değerlerdeki gibi aşırı dalgalanmalar gerçekleşmez ve şoklara karşı daha dirençlidir ve güvenli liman olarak kabul edilirler.

   Sabit para birimi, herkesin güvendiği bir para birimidir, çünkü paranın değerini koruyacağını ya da daha yumuşak para birimlerine karşı değer kazanacağı beklenir. Sert para sık, keskin kur dalgalanmalarına maruz kalmaz. Bundan kaynaklı ülkeler ve insanlar uluslararası işlemlerde sabit bir para birimini kullanmayı tercih etmekte. Sabit para biriminin sahip olduğu istikrar ile devlet, yatırımcı, bankalar, turistler ve diğer pek çok ekonomik aktörün güvenini kazanmaktadır.

   Hard currency değerler politik ve ekonomik olarak istikrarlı bir ülke tarafından piyasaya verilen paralar olduğundan diğer ekonomik aktörler tarafından çok iyi tanınırlar. Sert paralar diğer yumuşak paralara göre daha daha likittir ve tam konvertil paralardır. Bundan kaynaklı küresel ticarettin büyük ağırlığını bu paralar oluşturmaktadır. Sert bir para birimine sahip ülkelerde merkez bankasının politik pozisyonu güçlüdür. Ülkenin siyasi, mali durumu ve görünümü güven vermektedir.

Hard currency paralarının temel özellikleri:


  •    Sert para birimine sahip ülke politik, ekonomik ve sosyal olarak istikrarlıdır,
  •  Bu paralar yaygın olarak uluslararası ticarette kullanılmaktadır,
  •  Ekonomik aktörlerin güveni yüksektir,
  • Diğer para birimlerine dönüşümü kolaydır,
  • Değeri koruyacağı ve güçlü kalacağı beklenir,
  • Rezerv olarak tutulurlar merkez bankaları tarafından ve
  • Sert paraya sahip ülkeler küresel ekonomiye yön vermektedirler. 


                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                   Grafik-1
  Bugünün sert para birimleri olarak ABD Doları, Euro, İngiliz Sterlini, Japon Yeni, İsviçre Frangı, Avustralya Doları ve  Kanada Doları sayılabilir. Hard currency değerlerle yapılan dış ticaret dünya genelinde günümüzde %70 civarındadır. Öte yandan yükselen piyasa ekonomilerinden olan Çin Yuanı'da dış ticarette son yıllarda kullanılmaktadır. Yanda yer alan grafikte sert para birimlerinin kullanım oranları gösterilmektedir. Görüldüğü üzere ABD Doları küresel ticarette en fazla tercih edilen ve rezerv olarak tutulan en güçlü hard currency para birimidir.                                                                                                               


Sonuç 

  Grafik-1'deki oranlar son dönemlerde yaşanan ticaret savaşları ve siyasi konjonktürden dolayı değişse de kısa vadede özelikle ABD Dolarının küresel ticarette  kullanımı pek fazla değişmeyecektir. Dış ticarette en fazla kullanılan ve merkez bankalarının kasalarında rezerv olarak tuttukları en güçlü sert para birimi ABD Dolarıdır. ABD'nin sahip olduğu ekonomik, siyasi ve politik güç ulusal para biriminin küresel ticarette en önemli paya sahip olmasını sağlamaktadır. Doların sahip olduğu güçlü yapısı diğer ülkelerin kendi para birimleri ve diğer soft currency paralar ile ticaret yapmaları konusunda istekli olmamalarına neden olmaktadır.  


   Örneğin ABD ile siyasi sorunlar yaşayan Türkiye, Rusya ve İran gibi ülkeler dış ticarette ulusal para birimlerinin kullanılması gerektiği yönünde açıklamalar yapsalar da bu durum pek mümkün değildir. Çünkü ilgili ülke paraları son derece  soft currency değerlerdir. Bu ülkelerde ortaya çıkan şoklar para birimlerinin dolar ve diğer rezerv paralar karşısında ciddi değer kaybı yaşamalarına neden olmaktadır. Bu durum ise dış ticarette kullanılmak istenen paralarının sahip olmaması gereken bir özelliğidir. 

   Son olarak bugün pek çok ülke ABD ile sorun yaşadığında ya ulusal paraları ile dış ticaret yoluna gitmekte yada diğer sert para birimlerine yönelmektedir. Fakat kısa dönemde doların küresel ticaretteki baskınlığını  kırmak pek mümkün görünmemektedir.

Kaynakça

  • IMF Kurucu Anlaşması
  • Mahfi Eğilmez/"Türkiye ile Rusya Arasında Ruble ve TL ile Ticaret"
  • Uğur Gürses/"Ticarette ulusal paralar çalışır mı?"
  • www.investopedia.com
  • marketbusinessnews.com

21 Haziran 2018 Perşembe

Bir Ülke Neden IMF İle Anlaşma Yapar? IMF İyi mi Kötü mü?


Giriş


  İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni dünya sistemini kurmak amacıyla savaş sırasında ve sonrasında pek çok konferans toplandı. Gerçekleşen konferanslarda savaş sonrası siyasi, ekonomik, askeri  ve diğer pek çok alanda nasıl bir dünya sistemi kurulmalı tartışması gerçekleşti. Bu amaç doğrultusunda yeni  dünyanın ekonomi sisteminin tasarlandığı Temmuz 1944'te ABD'nin New Hampshire kentindeki Bretton Woods'daki konferansında  fon olarak da bilinen IMF (Uluslararası Para Fonu) kuruldu. İlgili konferansta kurulan diğer yapı ise Bretton Woods ikizlerinden biri olarak kabul edilen Dünya Bankasıdır. Yeni ekonomi sisteminden sorumlu olan ikizleri arasında  bir iş bölümü yapılmış. Dünya Bankası kalkınmayı destekleyici politikalar ve krediler yaratma sorumluluğunu alırken IMF uluslar arası mali sistemin işleyişini düzenleyen politikalar ve krediler yaratma sorumluluğunu almıştır. 

  Biz ilgili yazımızda bugün uluslararası ekonomik alanda son derece önemli bir pozisyona sahip olan IMF'in temel amaçlarını, politikalarını, borç alan ülkelerle ilişkileri ve geleceği ilişkin yapısal uyum programlarına göz atacağız. Bunun yanında IMF'ten yakın zamanda borç alan Arjantin ile makro ekonomik göstergelerinde bozulma yaşayan Türkiye'yi değerlendireceğiz. 

IMF'in Amacı ve Politikaları Neler?


    IMF'in başlıca amacı, uluslararası para sisteminin istikrarını sağlamaktır. IMF  parasal konularda uluslararası işbirliğini güçlendirmek, uluslararası ticaretin dengeli büyümesini sağlamak ve ödemeler dengesi sorunlarını çözmek için oluşturulmuş olsada zaman içerisinde amaç ve görevleri artmıştır. Özelikle Bretton Woods sistemi olarak bilinen ayarlanabilir sabit döviz kurunun 1970'ler de çökmesiyle yeni amaçlar ortaya çıkmış. 1980'li yıllara kadar ödemeler dengesi açığı yaşayan ülkelere kısa vadeli krediler açarak ilgili ülkelerde istikrara politikalarını belirleyen IMF 1980 sonrası yapısal uyum programları adı altında ekonomi politikalarını  belirleyerek ve denetleyerek etkinliği artmıştır. Özelikle küreselleşme ile birlikte yaşanan finansal krizlerde son başvuru merci görevini üstlenmiştir.

 IMF amaçları temelde:

  • Uluslararası parasal işbirliğini arttırmak,
  • Mali istikrarı güvence altına almak,
  • Uluslararası ticareti kolaylaştırmak,
  • Yüksek istihdam oranlarını ve sürdürülebilir ekonomik büyümeyi desteklemek,
  • Dünya genelinde yoksulluğu azaltmak,
  • Ekonomik kriz yaşayan ülkelere kredi açmak ve politika önerilerinde bulunmak,
 şekilde sıralanabilir.

   Fakat 1980'lerden itibaren IMF politikaları ve amaçları artmaya ve değişmeye başlamış, özellikle kredi verdiği ülkelerde izlediği politikalar çokça eleştiri almıştır. Bugün IMF kredi sağladığı gelişmekte olan ülkelere dış şoklardan kaynaklanan kriz anlarında geçici olarak yol gösteren kuruluşlar olmaktan çıkmış, borçlu ülkelerin iç politikalarını gözetim altında tutan sürekli denetim organı haline dönüştürmüştür.

IMF Kaynakları Nelerdir?


   IMF’in kaynakları genel olarak, ülkelerin üye olduklarında ödedikleri sermaye taahhütleri, yani kotalardan oluşmaktadır. Kotalar her bir üye ülkenin ekonomisinin büyüklüğünü yansıtmaktadır. Kotalar, her bir üyenin sahip olduğu eşit birim oy sayısı ile birlikte, ülkelerin oy gücünü belirlemekte ve  IMF'in ana finansman kaynağı oluşturmaktadır.  Bu kaynak  IMF'in hesap birimi olan Özel Çekme Hakkı (SDR) olarak adlandırılmaktadır.  SDR, bir para birimi sepeti şeklinde hesaplanmaktadır. Burada yer alan paralar dünyanın ticaret ve finans sisteminde önemine ve ağırlığına göre seçilmiş olan  para birimleridir. Ekim 2016 tarihinden itibaren SDR sepetinde  Amerikan Doları, Euro, Çin Yuanı, Japon Yeni ve İngiliz Sterlininden oluşmaktadır. 2016 yılı itibariyle gözden geçirme sonucu , kota kaynaklarını 477 milyar SDR'ye (yaklaşık 692 milyar ABD Doları) çıkarılmıştır.  SDR'nin ABD doları cinsiden değeri, Londra'da öğlen saatlerinde gözlemlenen spot döviz kurlarına göre günlük olarak belirlenmektedir. Türkiye'nin sahip olduğu SDR miktarı ise Kota (SDR): 4658,6 milyondur

Bir Ülke Ne Zaman IMF’den Borç Alabilir?


  Bir üye ülke, ödemeler dengesinde yüksek bir açıkla karşı karşıya kalır ve bu ihtiyacı karşılayacak  yeterli bir rezerv sahip değil ve  yeterli finansmanda bulamıyorsa, IMF’den mali yardım talep edebilir. IMF’den alınan borç, ülkenin ödemeler dengesini düzeltmek ve güçlü ekonomik büyümeyi  sağlamak amacıyla kullanılır. IMF'in verdiği krediler ve önerdiği politikalar gerekli koşulları yeniden tesis edilmesi, reform ve politikalara uyumun kolaylaştırılması  için  bir tampon görevi görür.

  IMF borç verdiği ülkede temel amacı gerçek veya potansiyel ödemeler dengesi problemleri yaşayan üye ülkelere kredi sağlamaktır. Bu mali yardım, ülkelerin uluslararası rezervlerini artırmaya, para birimlerini dengelemelerini, ithalat için ödeme yapmaya devam etmelerine ve güçlü ekonomik büyüme koşullarını geri getirmelerine imkan vermektedir. Öte yandan IMF   sorunları düzeltmek için politikalar uygulamaktadır.


IMF Borç Verme Süreci Nasıl Başlar?


  Bir üye ülkeden gelen talep üzerine, IMF borcu bir düzenleme ile  anlaşma çerçevesinde verir. Anlaşmanın genel içeriğinde   ülkenin ödemeler dengesindeki sorunları çözmek için uygulamayı kabul ettiği belirli politikalar ve tedbirler yer alır. Ülke IMF ile danışma içerisinde bir Niyet Mektubu hazırlar ve bunu  IMF’in Yönetim Kuruluna sunar. Anlaşmanın  Kurul tarafından onaylanmasından sonra, borç  programının uygulanmasına paralel olarak, aşamalı taksitler şeklinde yada tek seferde peşin biçimde verilir.

  Niyet Mektupları IMF ile anlaşmanın sağlanabilmesi için son derece önemlidir. Borç almak isteyen ülke mektup ile IMF'e krizle mücadelede etkin rol alacağını ortaya koymakta ve bunun ilgili hedefleri sıralamaktadır. Mektupta makro ekonomik amaçlar, maliye ve para politikalarının uyumu, borç yönetimi, bütçenin kontrol edilmesi, gelirler politikası, finansal sistem ve  yapısal reformlar gibi alanlarda IMF Yapısal Uyum programları dahilinde politikaların yürütüleceğinin mesajı verilmektedir.

  IMF ülkelere dört farklı anlaşma çerçevesinde kredi sağlamaktadır. Bu anlaşmaların çerçeveleri borç alan ülkenin içinde bulunduğu durum ve diğer ülkeler arasında bulunduğu pozisyona göre değişmektedir. Örneğin: Stand-by Antlaşmaları: IMF’nin ödemeler dengesi sorunları yaşayan yükselen pazar ülkelerine yönelik başlıca borçlandırma aracıdır. Stand-by antlaşmaları IMF'in en fazla kullandığı araçtır. Bunun dışında;
   
   Genişletilmiş Fon Kolaylığı: Ülkelerin  makro-ekonomik dengesizliklere göre düzeltilmesi daha uzun sürebilecek yapısal sorunlardan kaynaklanan sorunların çözümü için kullanılmaktadır.  Kredi Hatları: Esnek Kredi Hattı ve İhtiyati Kredi Hattı, güçlü temellere ve sağlam politikalara sahip olan ve ödemeler dengesinde ciddi bir baskı altında olmayan ülkeler içindir. Düşük gelirli ülkelere borç verme ise IMF, ödemeler dengesi sorununun durumuna bağlı olarak değişen, düşük gelirli ülkelere yönelik verilen ve imtiyazlı finansman koşulları sağlayan kredilerdir.


IMF’in Sunduğu Mali İmkanlar ve Kriz Politikaları


IMF, finansman politikasında borç verdiği ülkeden alacağını garanti altına almak için yapısal uyum ve şartlılık kriterlerini ön şart olarak ileri sürmektedir. Bu politikalar, serbest piyasa ekonomisi eksenli bir politikalar demetinden oluşmaktadır. Sözü edilen politikalar;
  • Kamu sektörünün küçülmesi, 
  • Dış ticaret ve finans piyasalarının serbestleştirilmesi,
  •  Uluslararası sermayenin giriş çıkışındaki sınırlamaların kaldırılması
 gibi yapısal uyum programlarını içerir.

IMF Politikaları İyi mi Kötü mü?


  IMF'in borç verdiği ülkede temel olarak yukarıdaki politikaları yürütse de IMF'in uyguladığı kemer sıkma politikaları çoğu zaman o ülke vatandaşları tarafından tepki almaktadır. IMF'in özellikle  az gelişmiş ülkelerde uygulamaya koyduğu makro ekonomik politikalarla borç yönetimi arasında yakın bir ilişki vardır. Borç yönetiminin tek işlevi borçlu ülkelerden mali yükümlülüklerine katlanmaya devam etmelerini güvence altına almak ve borcun düzenli şekilde geri alınmasıdır. IMF borçlu ülkeleri faizlerin ödenmesine zorlarken, ana paraların geri ödenmesini ertelemekte bu durum ise ülkeler  ödemelerini yapabilmek için yeniden borçlanmaya gitmektedir. Bu şekilde ilgili ülke bir borç bataklığına düşmektedir. Öte yandan alınan paraların büyük bölümü yatırımlara yöneltilmediğinden reel ekonomiye bir yarar sağlamamaktadır

  IMF borç verdiği ülke üzerinde kendi politikalarını sürekli izlemekte ve durum IMF'in kriz anlarında geçici olarak yol gösteren kuruluşlar olmaktan çıkıp borçlu ülkelerin iç politikalarını gözetim altında tutan sürekli denetim organları haline dönüşmesiyle sonuçlanmaktadır. IMF kredi anlaşmalarına eklenen "kredi alma koşulları" aracılığıyla, borçlu olan ülkelerin makro ekonomik politikalarını kendi çıkanları doğrultusunda yeniden belirlemeye zorlamaktadır. Görünüşte tarafsız ve bilimsel gibi görünen IMF'in makro ekonomik politika araçları milyonlarca insanın yaşamını etkileyen bir yoksulluk getirmektedir. Hatta  Eski Venezuela Devlet Başkanı Carlos Andres Perez ise, IMF'yi "kurşunlarla değil, kıtlıklarla öldüren bir diktatörlük", olarak tanımlamıştır.

  IMF'in sahip olduğu bu kötü imajdan dolayı pek çok ülke IMF'ten borçlanmanın en son ihtimal olarak değerlendirmektedir. Ülkeler dış açıklarını finanse etmek için artık döviz bulamadıklarında son çare istemeye istemeye  IMF reçetelerine yönelmektedir. Öte yandan IMF'in yürürlüğe soktuğu kemer sıkma  politikaları kamu harcamalarını azaltmaya ve sürekli olarak vergileri artırmayı hedeflemektedir. Özellikle kamu harcamalarının azaltılması emekli, memur, öğrenci, işçi gibi halk kesiminin tepkisini çekmektedir. Örneğin IMF'ten borç alan Yunanistan ve Ürdün'de son yıllarda halkın kemer sıkma politikalarına karşı protesto gösterileri yaşanmıştır.

IMF'ten Borç Alan Son Ülke Arjantin ile  Türkiye'nin Dinamik Karşılaştırmalı Analizi


  Bilindiği üzere IMF ile en son anlaşma yapan ülke Arjantin oldu. IMF Yönetim Kurulu Arjantin için 50 Milyar ABD Doları Stand-By Düzenlemesini 20 Haziranda onaylayarak yürürlüğü soktu. Yapılan anlaşma ile Arjantin ülkesinde IMF politikalarının uygulanmasına izin vermiş oldu. Yapılan anlaşma ile Arjantin'in ekonomik planı, finansman ihtiyacını azaltan tutarlı bir makro ekonomik program aracılığıyla piyasa güvenini yeniden tesis ederek ülke ekonomisini güçlendirmeyi amaçlamakta, Arjantin'in kamu borcunu zaman içerinde düşürmeyi ve enflasyon rakamlarının makul seviyelere çekmeyi hedeflenmiştir. Görüldüğü üzere IMF politikaları etkin bir borç yönetiminin yanında kemer sıkma politikaları ve enflasyon hedeflemeleri koymaktadır. 

  Peki Arjantin'i IMF'ten borçlanmaya iten makro ekonomik göstergeleri neler bu verileri Türkiye ile kıyaslayarak analiz edelim.

Veriler  Türkiye Arjantin
Enflasyon 15,39% 26,40%
Faiz Oranı 17,75% 40%
Döviz Rezervi          107 Milyar $              60 Milyar $
Cari İşlemler Açığı             58 Milyar $              96 Milyar$
Cari Açık/GSYİH 6,70% 15%
Toplam Dış Borç          466 Milyar $           253 Milyar $
Devlet Borcu/GSYİH 28% 51%
Bütçe Açığı 1,50% 3,90%
GSYİH          851 Milyar $           638 Milyar $
CDS 321 340

Tablo-1

   Yukarıda yer alan günce verilere bakıldığında ilk göze batan benzerlik CDS primlerinde karşımıza çıkmaktadır. Bildiği üzere CDS (credit default swaps) bir ülkenin aldığı  kredinin geri ödenmemesi riski karşısında kredi alacaklısının  kendisini güvence altına almak için kredisini bir CDS şirketine devretmesi karşılığında ödediği risk primidir. Bu çerçevede CDS bir anlamda kredi sigortası gibi çalışır. Burada önemli olan CDS priminin miktarıdır yani prim değeri artıkça borç alan ülkeye olan güven azalmakta borcu geri ödemesi noktasında riski artmaktadır. Alacaklı şirket CDS şirketine bu prim kadar bir risk primi ödemektedir. CDS primi artışları borçlanma maliyetlerinide arttırmaktadır çünkü bu durum doğal olarak faiz oranlarına da yansımaktadır. Şuan itibariyle Arjantin ile Türkiye'nin primleri oldukça yüksektir. Bu durum borçlanma maliyetini yükseltmektedir. Özellikle Türkiye'nin CDS primi Ocak 2018'den itibaren bir yükselme trendine girmiş bulunmakta bunun yanında kredi derecelendirme kuruluşlarının vermiş olduğu reyting oranları risk primini daha artırmaktadır.


  İki ülke arasındaki bir diğer benzerlik ise yüksek cari açık miktarlarında karşımıza çıkmaktadır. İki ülkenin dış finansman ihtiyacı oldukça fazla olmasıyla birlikte  yüksek CDS priminden dolayı oldukça yüksek faizle kredi bulabilmektedirler. Arjantin son çare olarak IMF ile bir anlaşma yapmak zorunda kalmıştır. Cari açığının yüksek seyretmesinin diğer önemli bir neden iki ülkenin yerli paralarının dolar karşısında son dönemlerde oldukça fazla değer kaybetmeleridir.

  Aşağıda yer alan tabloda Ocak 2018'den bu yana gelişen piyasalar arasında yer alan Arjantin, Türkiye, Meksika, Brezilya ve Hindistan'ın dolar karşısındaki performanslarını göstermektedir. Türkiye Arjantin'den sonra en fazla değer kaybeden ülke konumunda. İki ülke dolar karşısında sıkı para politikasına yönelmiş ve faizleri artırmış bulunmaktalar. Tablo-1'de görüleceği üzere Arjantin'de faiz oranları %40 ve şuan dünyada en yüksek faiz oranı Türkiye ise son faiz artışı ile faizler şuan %17,75 civarında (gösterge faizi %20). Türkiye verdiği faizle şuan dünyada en fazla faiz veren gelişen 4 ekonomiden biri.

Tablo-2

Türkiye'nin verdiği yüksek faize rağmen dolar kuru hala Ocak 2018 dolar kurundan çok uzakta. Aşağıdaki veriler TL/$ kurunun son üç yılda yaşadığı artışları göstermektedir:

Üç yıl önce: 2.63 

İki yıl önce: 2.88

Bir yıl önce: 3.53

Altı ay önce (Ocak 2018): 3.75

Bir ay önce: 4.65

Bir hafta önce : 4.61

Şimdi: 4.84

Tablo-3

  Türk lirasında yaşanan kayıplar ülkenin cari işlemler açığını olumsuz etkilemektedir. Merkez Bankası faizleri her ne kadar artırmış olsada ülkenin ithalatta sahip olduğu dışa bağımlılık ( doğal gaz, petrol gibi enerji ürünleri, makina ve  yüksek  teknoloji ürünleri vb.) döviz kurunda yaşanan artışlar cari işlemler açığının 58 Milyar dolar olmasına neden olmakta. Cari işlemler açığı Arjantin'de ise 96 Milyar dolar seviyesinde. Türkiye'nin sahip olduğu Cari Açık/GSYİH son gelen veriler ile %7'ye yaklaşmış ve sürdürülebilir seviyeleri aşmış bulunmakta. 

 Tablo-1 baktığımızda diğer bir önemli veri ise ülkelerin sahip olduğu bürüt döviz rezervleri ve toplam borç miktarları. Burada yer alan veriler bakıldığında Türkiye'nin ihtiyacı olan döviz miktarı 466 Milyar $ dolaylarındadır. Türkiye'nini son aylarda artan CDS primi bu borcu karşılamak içim daha yüksek faizle borçlanmaya itmektedir. Arjantin yukarıda yer veriler sonrası son çare olarak IMF başvurduğunu unutmamak gerek. 

Sonuç


  2008 küresel krizi sonrası FED, Avrupa Merkez Bankası, Japon Merkez Bankası ve diğer pek çok banka krizi reçetesi  "easy monetary policy" olarak bilinen oldukça esnek para politikaları oldu. Bu politika ile  faizler oldukça düşük seviyelere düşürüldü, hatta negatif faiz, ve bununla birlikte piyasa yüksek miktarlarda para sürüldü. Amaç  yeniden enflasyonist bir dönemle ekonomiyi tekrardan canlandırmaktı. Uzun süre devam eden esnek para politikası 2014 yılında karşılığı almaya başlamış ve bu tarih itibariyle FED yeniden fazileri yükseltmeye başladı. FED'in ve diğer bankaların tekrardan sıkılaşmaya yönelmeleri Türkiye, Arjantin gibi gelişen piyasalara en büyük etkisi artık piyasada bol olan paranın azalması oldu. Sürekli cari açık veren ülkeler için kriz sonrası dönemde artan döviz miktarı ile ekonomileri yüksek ivme yakalamasına rağmen son dönemlerde bu hava yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bu durumun üzerine birde ülkelerde yaşanan siyasi belirsizlikler, artan harici ve dahili riskler, bir türlü çözülemeyen yapısal sorunlar eklenince makro ekonomik sorunlar ortaya çıkmaya başladı.

  Bugün pek çok ülke krizle mücadelede son çare olarak IMF yönelmektedir. IMF'in çözüm reçeteleri sorunun çözüm noktasında olumlu gözükse de uygulamaya koydu politikalar zamanla tepki çekmekte ve ülkeyi bir borç kaosuna sürmekte. Arjantin yaşadığı ekonomik krizi IMF'ten aldığı 50 Milyar $ ve uygulamaya koyacağı politikalarla sancılı bir süreç yaşayacağı geçmiş tecrübelerle ortada durmakta. Tablo-1'de görüldüğü üzere Türkiye'nin finansman ihtiyacı her geçen gün artmakta. Buna bir de döviz kurlarında yaşanan aşırı dalgalanmalar eklenince özel sektör ve kamunun döviz talebi dahada artmakta. Türkiye zaman kaybetmeden yapısal reformlara yönelerek tren kaçmadan gerekli adımlar atmalıdır.

Kaynakça


  • Zeynep Erdinç, "Uluslararası Para Fonu -Türkiye İlişkilerinin Gelişimi ve 19.Stand-By", Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Ağustos 2007.
  • Nazım Öztürk, "IMF'in Değişen Rolü ve Gelişmekte Olan Ülke Ekonomilerine Etkileri", Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Sf: 57-4.
  •  Nadir Eroğlu, İlhan Eroğlu,"IMF –Türkiye İlişkileri ve 20. Stand-By Müzakereleri Üzerine Bir Değerlendirme", KMU İİBF Dergisi, Sayı:17,  Aralık 2009. 
  • Korkut Boratav, "IMF:Dün ve Bugün", Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 34, Sayı 1, 2016, sf. 27-42.
  • Mahfi Eğilmez, "Kendime Yazılar".

Veriler ve Tablolar Kaynak


  • www.worldbank.org
  • www.imf.org
  • www.bcra.gov.ar (Arjantin Merkez Bankası web sayfası)
  • databank.worldbank.org
  • www.tradingeconomics.com
  • http://www.tcmb.gov.tr/
  • TÜİK
  • The Spectator Index Twitter Hesabı


13 Haziran 2018 Çarşamba

Bernard Mandeville’in arıların fablı: “Bireysel kötülükler toplumsal menfaatleri yaratır.”


     Bernard de Mandeville 1670-1733 yılları arasında yaşayıp ahlak ve siyaset felsefesi alanlarında çalışmış Hollandalı düşünürdür. Çalışmalarında özellikle toplum ve birey ilişkisi hakkında bazı orijinal fikirler üretmiştir. Mandeville, ayrıca politik iktisat alanında da farklı çalışmaları olmuştur. Mandeville eserlerinde alışılmışın dışında hicivli bir dil kullanarak fikirlerini anlatmıştır. Eserlerinde düşüncelerini alaylı bir dille betimleyerek yazmış ve sürekli olarak benzetmelerden yararlanmıştır. Bu açıdan Mandeville’in yapmış olduğu en etkili benzetme işbölümü içerisinde toplum çatısı altında bir arada yaşayan insanları, bir kovan içinde yine işbölümü çerçevesinde yaşayan arılara benzetmesidir (Günör, 2016). Mandeville’in bu benzetmeyi yaptığı ve felsefe tarihinde adının duyulmasını sağlayan 1714 yılında yayınladığı “The Fable of the Bees or Private Vices, Publick Benefits” (Arıların Öyküsü veya Kişisel Kötülükler Toplumsal yararı sağlar) isimli eseridir.

    Mandeville iktisadi ve felsefi unsurlar taşıyan eserini yaklaşık olarak 24 yılda tamamlamış ve kendisinden sonraki pek çok düşünürü fikirleriyle etkilemiştir. Fablın bu kadar uzun sürede ortaya çıkmasının nedeni Mandeville’in eseri parça parça yazmasından kaynaklıdır. Eserin özellikle şu bölümleri son derece önemlidir: “The Grumbling Hive: or, Knaves Turn’d Honest” (Homurdanan Kovan: veya Düzenbazın Dürüste Dönüşü), “An Enquiry into the Origin of Moral Virtue” (Ahlaki Erdemin Kaynağı ile İlgili İnceleme) ve “A Search into the Nature of Society” (Toplum Doğası Hakkında Bir Araştırma).

Homurdanan kovan

     Homurdanan kovanda Mandeville erdemsizlik olarak addedilen lüks düşkünlüğü, para hırsı, açgözlülük, kibir, kıskançlık, savurganlık gibi tutkuların müreffeh bir toplum için gerekli olduğunu ifade eder ve erdemsizlikleri yüceltir (Bernard, 1998).  Müreffeh toplumların ahlaki motivasyonlarının iyi niyet, dürüstlük gibi erdemler olmadığını gözler önüne sermeyi amaçlar. Esere göre bireysel kötülükler toplumsal menfaatler sağlamaktadır. Yazar arıların masalı fablında arı kovanını, toplumsal düzen içinde yaşayan insanlardan oluşa bir ülkeye benzetmiştir. Masal fablı türünde olup burada yaşayan arıların yaşayışları anlatılmaktadır. Ülkede başlangıçta her şey çok güzeldir. Halk tam anlamıyla bir zenginlik ve refah içindedir. Ancak bir süre sonra bu refah ortamı bozulur ve her şey bir kaosa ve kabusa dönüşür. Yazara göre bu dönüşümün sebebi arıların dürüst, ahlaklı ve fedakâr bireyler olmasıdır. Erdem sahibi arıların davranışları ülkeyi bu hale getirmiştir (Günör, 2016). 

    Mandeville fablında her insanın bencil olduğunu ve bunun aslında hem doğal hem de erdemli bir şey olduğunu iddia eder. Ona göre dürüstlük veya iyilik gibi nitelikler toplumu ileriye götürmemekte hatta gerilemesine sebep olmaktadır. Yazara göre kasaptan manava, berberden doktorlara kadar herkes bencil bir şekilde kendilerini düşündükleri için toplumda inanılmaz bir bolluk yaşanmaktadır. Mandeville göre bireylerin başkalarını düşünerek yapılan eylemlerin toplum için iyi bir şey değil tam tersine toplumu yaşanılmaz hale soktuğunu ifade etmiştir. Ona göre kişinin bencil eylemler peşinden koşması kendiliğinden bir düzeni oluşturmaktadır. Mandeville göre “Erdemsizliklerimiz olmazsa toplumumuz gelişemez mutluluk, erdemsiz olmaya bağlıdır. Kişiyi mutlu kılan bencilliğidir.” Bu durumu ise şu dizelerle ifade etmiştir: “Bare Virtue can’t make Nations live In Splendor; they, that would revive (Salt erdem yetmez ülkeleri yaşatmaya saltanat içinde ve kalkınmışlık yaratmaya) (Bernard, 1732).

    Mandeville’in felsefe alanında tanınmasını sağlayan eseri ile birlikte kendisinden sonra gelen pek çok önemli filozofu etkilemiştir. Bu filozoflar arasında Adam Smith ve David Hume sayılabilir. Mandeville iktisadi unsurlarla bireysel çıkarlar arasındaki ilişkinin bir doğal düzen yaratacağı fikrini ortaya koymuştur (Özel, 2002).  Bu açıdan Mandeville egoizmin ve iktisadi liberalizmin de önemli temsilcileri arasında gösterilebilir. Mandeville kendiliğinden düzen fikri ile özellikle Adam Smith’i etkileyerek onun “homo economicus” insan tipine ulaşmasında yardımcı olmuştur (Günör, 2016).

Arılar masalının iktisadi etkisi


    Düşünüre göre “Bütün ticarette ve üretimde biraz hile vardır. Her ekonomik süreçte biraz düzenbazlık vardır” (Bernard, 1732). Arı kovanında ekonomik faaliyetlerde bencillik ve birey menfaatleri vardır. Mandeville, insanların bencil eylemleri ile düzenbaz eylemleri arasında bir paralellik olduğunu iddia ederek düzenbaz eylemlerin doğal bir yapıda olduğunu söyler. Mandeville fablında bütün meslek dallarından ve bu meslekteki kişilerin düzenbazlıklarından örnekler verir. Örneğin doktorların toplumda saygın bir meslek olduğunu ama bu saygınlığı hastalarını iyileştirmeyerek kazanacağını ifade eder. Yine avukatların davaları bilerek çözmediklerini anlaşmazlıkları sürdürdüğünü ve ücretlerini arttırdığını söyler.

     Mandeville’in en fazla düzenbaz olduğunu söylediği kişiler din adamlarıdır, “Din adamlarının çok azı bilgilidir. Geri kalan binlercesi ise cahildir. Kendi tembelliklerini, şehvetlerini ve para tutkularını, dini toplantı kisvesi altında saklarlar”. Toplumda en erdemli davranması beklenen kişiler din adamları iken Mandeville ’ye göre düzenbazlığa en fazla ayak uyduran kesim din adamlarıdır (Bernard, 1998).
Düşünür tüm bu düzenbazlıkları belirterek toplumdaki her insanın kendi çıkarlarını gözeterek ekonomik faaliyetlerde bulunduklarını ve bu durumun kötü bir şey olmayıp hayatın devamlılığını sağladığı düşüncesidir. Bu durumu ise “Her noktada tam bir düzenbazlık olmasına rağmen, toplumun bütünü sanki cennette oturuyorlardı” şeklinde ifade etmiştir (Bernard, 1732).

     Mandeville eserinde pek çok farklı toplumsal ilişki ortaya koysa da özellikle daha sonraki liberal düşünceyi etkileyen, bireysel çıkarların toplumda gelişmeyi ve kendiliğinden doğan bir düzenin gelişimini sağladığı şeklindeki fikirleri oldukça önemlidir. Bireylerin hiçbir baskı altında kalmadan sadece kendi çıkarlarını gözeterek ekonomik aktiviteler yapmaları mükemmel bir ekonomik işleyiş yaratmaktadır. Ona göre refah insanların çok çalışmaları veya başkalarını düşünmeleri sonucu değil, yalnızca kendi çıkarlarını düşünmeleri, lüks ve zevk düşkünlüğü sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu durumu ise “Her parça kötülükle doluydu. Fakat bütün dünyevi bir cennetti” sözleriyle ifade etmiştir (Bernard, 1998).

İş bölümü-doğal düzen- homo economicus

    Mandeville’in ekonomik düşünce tarihine etkisinin bir yönü de ünlü iş bölümü teorisiyle olan bağlantısıdır. Masalında Mandeville bu teoriyi sıkça kullanmıştır. İş bölümü ve uzmanlaşma kavramları iktisadi literatürde İskoç Aydınlanmasının önemli isimlerinden Adam Smith’in “Ulusların Zenginliği” eserinde karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği üzere Smith iktisat biliminin teorilerini ortaya koymasının yanında aynı zamanda ahlak, felsefe, tarih ve edebiyat gibi diğer alanlarla da ilgilenmekteydi. Mandeville’nin fablından izler Smith’in eserlerinde karşımıza çıkmaktadır. Smith’in eserindeki bazı metinler ile Mandeville’nin arıları masalına benzeyen metinlere rastlamak mümkündür.

    Smith Ulusların Zenginliğinde kendiliğinden doğan düzen ve serbest piyasa ekonomisi kavramlarından bahsetmiş ve toplumun ilerleyişini sağlayan eylemlerin bencil nitelikteki eylemler olduğunu söylemiştir. Smith, bu konu ile ilgili şu örneği verir: “Yemeğimizi, kasabın, manavın ya da fırıncının iyilikseverliğinden değil, kendi çıkarlarını kollamalarından bekleriz.” Smith toplumda refah yaratacak şeyin Mandeville’nin dediği gibi bencillik ve diğer erdemsiz davranışların olduğunu ifade etmiştir. Smith ekonomide iş bölümü içerisinde iktisadi faaliyetler gerçekleştirildiğinde
uzmanlaşmanın gerçekleşeceğini ve bununla birlikte refahın artacağını söylemiştir (Smith, 2011).

     Mandeville ve Smith’in üzerinde durduğu liberalizmin temel kanunlarından biride “laissez-faire” (bırakınız yapsınlar) olarak bilinen ve piyasa ekonomisinin temelini oluşturan felsefedir. Bu teoriye göre devletin ekonomiye en az derecede müdahale etmelidir. Çünkü tüm ekonomik ilişkiler doğal düzen içinde herhangi bir müdahaleye gerek kalmadan gerçekleşecektir. Devletin müdahalesi sadece işleyen düzeni bozacaktır (Çeşmeli, 2017).

     Mandeville ile Adam Smith'in görüşleri arasındaki bir diğer benzerlik de “homo economicus" kavramıdır. Ekonomik insan anlamına gelen homo economicus, ekonomik faaliyetlerde maksimum faydayı akılcı bir şekilde elde etmeyi hedefleyen bir insan tipidir. Liberalizm düşüncesinin temel felsefelerinden biri olan homo economicus,  diğer insanları ve toplumun bütününü düşünmeden sadece kendi menfaati doğrultusunda eylemde bulunan insandır. Adam Smith’e göre bu insan tipi en rasyonel kararları alarak hareket edecektir ve böylece doğal düzen herhangi bir müdahaleye gerek kalmadan ortaya çıkacaktır.  Mandeville'in masalındaki insan tipi de her hareketinde bencil olan ve bu bencil olma özelliğinin hem kendisi hem de toplum için en iyi seçenek olduğunu rasyonel olarak bilen insandır.


Sonuç 

    Sokrates’ten beri herkesin sorduğu temel soru şudur “Nasıl yaşamalıyız?” Genel görüşe göre dürüstlük, fedakârlık ve erdem gibi niteliklerin toplumları bir arada tutuğuna inanılsa da Mandeville, insanlık tarihindeki genel kabullerden birisini yıkan Hobbes'tan aldığı etkiyle insanların her koşulda kendileri düşünen bencil varlıklar olduğunu iddia etmiştir. Hobbes’a göre her insan bencil ve kendi çıkarının peşinden koşmaktadır. Hobbes bu durumu ise şu felsefi söylemle ortaya koymaktadır “homo homini lupus (insan insanın kurdudur)”. Mandeville Hobbes ile insanın bencil olduğu noktasında aynı yerde olmalarına rağmen Hobbes’ta bu durum bir doğal düzen yaratmamaktadır ve toplumsal huzur için bir toplumsal sözleşme ve devlete ihtiyaç vardır. Mandeville'in etik öğretisinde "bencillik" ile hareket eden insanlar rasyonel davranarak kendi çıkarlarını maksimize etmekte ve bu durum genel bir refah yaratmaktadır. Toplumsal düzende ahlak kurallarına  gerek duymadan bencilliğin düzenlediği bir toplumsal yapının herkesin çıkarını artıracağı fikrini ilk kez Mandeville ortaya atmıştır. Mandeville bencillik ve doğal düzen fikriyle kendisinden sonra gelen iktisadi liberalizmi etkilemiştir ve bu yönüyle iktisat tarihinde önemli bir yere sahiptir. Mandeville, Hollanda erken kapitalizminin ruhunu yansıtır. Bu ruh, İngiliz sanayi devriminin de habercisidir (Fazlıoğlu,2016).


Kaynakça


  • Bernard, Mandeville (1732), “The Fable of the Bees or Private Vices, Publick Benefits,” Vol.1  
  • Bernard, Mandeville, (1998), “The Fable of the Bees or Private Vices, Publick Benefits”, Vol. 1-2.
  • Çeşmeli, Işıl (2017), “Erdemin Kökeni: Bernard Mandeville'in Hünerli Siyasetçileri”. 
  • Fazlıoğlu, İhsan (2016), “Kendini Bulmak”, Papersense Yayınları, İstanbul.
  • Günör Batu, Recep (2016), “Bernard Mandevılle’in Arıların Masalı Adlı Eseri Hakkında Bir İnceleme”, İdil Dergisi, Cilt 5, Sayı 22.
  • Özel, Hüseyin (2002), “Liberalizmin Ütopyacı Tasarımı”, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi.
  • Smith, Adam (2011), “Milletlerin Zenginliği”, Çeviri: Tanju Akad, Alan Yayıncılık, İstanbul. 


24 Mayıs 2018 Perşembe

Neden Merkez Bankası Bağımsız Olmalı?

Giriş 

 Ekonomi politikaların temel amacı toplumsal refahı yükseltmektir. Refahın yükselmesi ise sürdürülebilir ekonomik büyüme ve kalkınmadan geçmektedir. Merkez Bankaları ise refahın artması için gerekli iktisat politikalarını yürüten önemli bir aktördür. Merkez Bankalarının pek çok görevi olmakla birlikte temel görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Merkez bankalarının fiyat istikrarında başarılı olması için öncelikle şart ise  bağımsız  olmalarıdır. Günümüzde Merkez Bankasının fiyat istikrarının sağlanması noktasında bağımsızlık unsuru ön plana çıkmaktadır. Türkiye’de ve tüm dünyada 1970’li yıllardan itibaren Merkez Banklarının Bağımsızlığı daha fazla gündeme gelmeye başlamış ve bağımsızlık kavramının ne olduğu ya da nasıl olması gerektiği tartışılır hale gelmiştir. 

Bağımsızlık ve  Fiyat İstikrarı İlişkisi

 Fiyat istikrarının sağlanması da bağımsızlık ön plana çıkmaktadır.  Merkez bankası bağımsızlığına ilişkin yapılan tanımlar, hükumetlerin merkez bankacılığına ilişkin etkisinin sınırlanması veya tamamen kaldırılması gerektiği şeklindedir. Merkez Bankası Bağımsızlığı, para otoritelerinin kurumsal, yönetimsel, finansal ve para politikasına ilişkin kararlarını herhangi bir baskı unsurundan bağımsız bir şekilde alabilme durumlarını ifade etmektedir.


 Merkez Bankasının bağımsızlık denildiğinde MB’nın enflasyon hedefini ve uygulanacak para politikasını gerçekleştirirken hükümetin siyasi baskısı altında kalmamasıdır. Burada bahsettiğimiz bağımsızlık merkez bankasının tamamen hükumetten ayrı bir şekilde isteği doğrultusunda hareket etmesi anlamına gelmemektedir. Çünkü Merkez Bankası ve hükumet ekonomik sonuçlar itibariyle topluma  karşı birlikte sorumludur.

 Merkez bankalarının bağımsızlığı, enflasyon yaratarak ekonomideki istikrarı bozan ve hükümetin baskıları sonucu uygulamaya konulan para politikalarının uygulanmasını demokratik yollarla engellemek için geliştirilmiş bir kavramdır. Merkez bankası bağımsızlığının  en temelde paranın değerinin siyasal iktidarların kısa vadeli çıkarları ve keyfi uygulamaları feda edilmemesini ortaya koymaktadır. Merkez Bankasının bağımsızlığı genel bir tanım olarak yukarıda ifade etmiş olsakta bağımsızlıkla ilgili pek çok  tanım ve sınıflama yapılmaktadır. 


Bunlar temelde:

  •  Politik ve Finansal bağımsızlık,
  • Ekonomik bağımsızlık, 
  •  Yasal ve Fiili bağımsızlık,
  •  Amaç ve Araç bağımsızlığı,
  • Kamusal ve Fonksiyonel bağımsızlık,
şeklinde sınıflanabilir.

Merkez Bankalarının çoğu günümüzde yasal, amaç,araç ve yasal bağımsızlıklara sahip olsada hale tartışma yaratan durum "fiili bağımsızlıktır."

 Filli bağımsızlık, merkez bankasının mevcut durumda sahip olduğu bağımsızlığı ifade eder. Yasalarla sağlanmış olan yasal bağımsızlık tek başına merkez bankasının tam bağımsızlığını sağlayamamaktadır. Merkez bankalarının yasal bağımsızlığın uygulamada ne derece gerçekleştirilebildiği anlamak için fiili bağımsızlık durumuna bakılmalıdır. Merkez Bankalarının çoğu günümüzde yasal bağımsızlığa sahiptir fakat fiili bağımsızlık çoğu zaman siyasilerin söylemleri sonucu zayıflamaktadır.

 Özelikle merkez bankalarının fiyat istikrarı ile mücadele konusunda uygulayacağı sıkı para politikaları sonucu çoğu zaman eleştiri oklarıyla karşı karşıya gelmektedir. Merkez Bankalarının uyguladığı sıkı para politikasına bağlı olarak yüksek faiz oranları her zaman tartışma konusu olmuştur. Hükümetler çoğu zaman fiyat istikrarına ekonomik büyümeye feda etmeyi yeğlemeleri merkez bankası ile hükümetin karşı karşıya gelmesiyle sonuçlanmaktadır.  

Sonuç


Gelişmiş ülkelerde merkez bankalarının bağımsızlıkların yüksek olması ekonomik göstergelerin iyi olmasıyla sonuçlanmaktadır. Bundan kaynaklı tüm dünya kabul gören görüş merkez bankalarının özellikle fiili bağımsızlığa sahip olmalarıdır. Fakat çoğu zaman hükümetler politik davranarak kısa vadeli bakış açısıyla hareket etmektedir. Özellikle seçim dönemlerinde  genişletici maliye politikaları izlemektedirler.  Genişletici seçim ekonomilerinin karşılığı ise enflasyonu kontrol edilmesinin zorlaşması, mali disiplinin sarsılması ve geleceğe ilişkin beklentilerin bozulmasıdır. Ama unutulmamalıdır ki fiyat istikrarını ve ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek için merkez bankalarının siyasi otoriteden etkisinden uzak ve bağımsız olmaları gerekmektedir.

 Sonuç olarak bağımsız bir merkez bankasına sahip olunması bir ülkenin ekonomisinde öncelikle fiyat istikrarının sağlanmasında, ekonomik büyüme ve kalkınmanın gerçekleşmesi ve diğer makro ekonomik performans verileri üzerinde önemli bir etkiye sahiptir 

7 Mart 2018 Çarşamba

Kooperatiflerde Kurumlar Vergisi Muafiyet ve 7061 Sayılı Kanun İle Getirilen: "İktisadi İşletme Uygulaması "


Giriş

  Ekonominin önemli bir parçası olan kooperatifler, kar amacı gütmeyen kuruluşlar olarak ekonomik
faaliyetlerini sürdüren, özel yapıya sahip ekonomik ve sosyal amaçlı kuruluşlardır. Hala yürürlükte bulunan ve 1969 yılında yürürlüğe giren 1163 sayılı Kooperatifler Kanunun'da   kooperatifler şu şekilde tanımlanmıştır: “Tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek ve geçimlerine ait ihtiyaçlarını işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet sureti ile sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklardır” 

Kanunda yapılan tanımdan anlaşılacağı üzere Kooperatiflerin kuruluş amaçlarında kar gütmemeleri ve kuruldukları bölgelerde ekonominin gelişmesine katkıda bulunmaları ve sosyal amaçlar gütmeleri bu iktisadi aktörün vergilendirilmesinde bazı muafiyet ve istisnalara sahip olmalarını gündeme getirmiştir. Bu açıdan kooperatiflerin, hangi şekillerde vergilendirileceği, vergi muafiyetlerinden ve istisnalardan ne şekilde yararlanacağı önem kazanmaktadır.

1) Kooperatiflerin Kurumlar Vergisi Mükellefiyeti Durumu:

5520 Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 1.maddesinde aşağıdaki kurumların elde ettiği kazançlar kurum kazancı olarak değerlendirilmiş ve kurumlar vergisi mükellefi olarak kabul edilmişlerdir.
İlgili mükellefler:

  • Sermaye Şirketleri ( Anonim Şirketler, Limited Şirketler, Sermayesi Paylara Bölünmüş Komandit Şirket),
  • Kooperatifler,
  • İktisadi Kamu Kuruluşları,
  • Dernek veya Vakıflara Ait İktisadi İşletmeler  ve 
  • İş Ortaklıkları dır.

  Görüldüğü üzere KVK'nunda kooperatiflerin gelirleri kurum kazancı kabul edilmiştir. Fakat yukarıda bahsettiğimiz gibi kooperatiflerin  üyelerinin sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kuruldukları kazanç gayesi gütmeyecekleri ve sosyal amaçlarının ön planda olduğu kabul edilmiştir. Bu durum ülkemizde vergi kanunları açısından kabul edilerek, Kooperatiflerin vergi kanunları karşısındaki durumu özel olarak düzenlenmesiyle sonuçlanmıştır.

2) Kooperatiflerin Kurumlar Vergisi Muafiyeti:

5520 Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 4.maddesinin birinci fıkrasının (k) bendi göre; Tüketim ve taşımacılık kooperatifleri hariç olmak üzere, diğer kooperatifler belirli şartlarla kurumlar vergisinden muaf tutulmuşlardır. Kooperatiflerin muafiyetten yararlanabilmesi için ana sözleşmelerinde:
  • Sermaye üzerinden kazanç dağıtılmamasına,
  • Yönetim kurulu başkan ve üyelerine kazanç üzerinden pay verilmemesine,
  • Yedek akçelerinin ortaklara dağıtılmamasına,
  • Sadece ortaklarla iş görülmesine,
dair hükümlerin bulunması ve bu kayıt ve şartlara da fiilen uyulması gerekmektedir.

 Kurumlar Vergisi Kanun da muafiyetle ilgili şartlar düzenlenmişken 2007 tarihli 1 Seri No'lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliğinde 4.13. maddesinde yukarıdaki şartlar detaylı şekilde açıklanmıştır.
İlgili şartların detaylı açıklaması:


4.13. Kooperatifler

  Kooperatifler, üyelerin meslek ve geçimlerine ait ihtiyaçlarının karşılıklı dayanışma ve yardımlaşma ile sağlanması esasıyla kurulmaktadırlar. Kurumlar Vergisi Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (k) bendi ile de tüketim ve taşımacılık kooperatifleri dışında kalan kooperatifler belirli şartlarla kurumlar vergisinden muaf tutulmuşlardır.

4.13.1.1. Sermaye üzerinden kazanç dağıtılmaması

 Sermaye üzerinden kazanç dağıtılması sermaye şirketlerine ait bir özelliktir. Kooperatiflerin elde ettikleri kazancı ortaklarına sermaye paylarına göre dağıtması durumunda, kooperatiflerin sermaye şirketlerinden farkı kalmayacaktır. Bu nedenle, bir kooperatifin kurumlar vergisi muafiyetinden yararlanabilmesi için ana sözleşmesinde sermaye üzerinden kazanç dağıtılmamasına ilişkin hüküm bulunması ve fiilen de bu hükme uyulması gerekmektedir.

4.13.1.2. Yönetim kurulu başkan ve üyelerine kazanç üzerinden hisse verilmemesi

  Yönetim kurulu başkan ve üyelerine kazanç üzerinden hisse verilmesi sermaye şirketlerine ait bir özelliktir. Kooperatiflerin, elde ettikleri kazancı yönetim kurulu başkan ve üyelerine dağıtması durumunda, kooperatiflerin sermaye şirketlerinden farkı kalmayacaktır. Bu nedenle, bir kooperatifin kurumlar vergisi muafiyetinden yararlanabilmesi için ana sözleşmesinde yönetim kurulu başkan ve üyelerine kazanç üzerinden hisse verilmemesine ilişkin hüküm bulunması ve fiilen de bu hükme uyulması gerekmektedir.

4.13.1.3. Yedek akçelerin dağıtılmaması

Kooperatiflerce ayrılan yedek akçelerin ortakların sermayeye iştirak oranlarına veya kooperatif ile yaptıkları muamele miktarlarına ya da başka bir esasa göre dağıtılmasına izin verilmemiştir. Bu nedenle, bir kooperatifin kurumlar vergisi muafiyetinden yararlanabilmesi için ana sözleşmesinde ayrılan yedek akçelerin ortaklara dağıtılmamasına ilişkin hüküm bulunması ve fiilen de bu hükme uyulması gerekmektedir.

4.13.1.4. Sadece ortaklarla iş görülmesi

Kooperatifler ortaklarının belirli ekonomik çıkarlarının ve özellikle meslek ve geçimlerine ait ihtiyaçlarının sağlanıp korunmasını amaçladıkları için faaliyetin normal olarak sadece ortaklarla sınırlı olması gerekmektedir. Bu nedenle, bir kooperatifin kurumlar vergisi muafiyetinden yararlanabilmesi için ana sözleşmesinde sadece ortaklarla iş görülmesine ilişkin hüküm bulunması ve fiilen de bu hükme uyulması gerekmektedir.

Ortak dışı işlemler, sadece ortak olmayanlarla yapılan işlemleri değil, ortaklarla kooperatif ana sözleşmesinde yer almayan konularda yapılan işlemleri de kapsamaktadır.

  28/11/2017 tarihli ve 7061 sayılı Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla 5520 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (k) bendine eklenen ve 1/1/2018 tarihinden itibaren yürürlüğe giren 14 Seri No.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği ile , kooperatiflerin faaliyetin icrasına tahsis ettikleri ve ekonomik ömrünü tamamlamış olan demirbaş, makine, teçhizat, taşıt ve benzeri amortismana tabi iktisadi kıymetleri elden çıkarmalarının ortak dışı işlem sayılmayacağı hüküm altına alınmıştır.

 Örneğin, bir üretim kooperatifinin amacını gerçekleştirmek üzere kullanmış olduğu iş makinesini, ekonomik ömrünü tamamladıktan sonra satması ortak dışı işlem olarak değerlendirilmeyecek ve bu satış işlemi dolayısıyla kooperatif muafiyeti etkilenmeyecektir.

4.13.1.4.1. Üretim kooperatiflerinde ortak dışı işlemler

Üretim kooperatiflerinin, ortaklarından aldığı ürünleri, niteliğinde herhangi bir değişiklik yapmadan üçüncü kişilere satmaları ortak dışı işlem sayılmamaktadır. Ortaklardan alınan ürünlerin bir takım işlemlerden geçirildikten sonra niteliği değiştirilmiş olarak üçüncü kişilere satılması ise ortak dışı işlem sayılmaktadır.

Örnek 1: Ortaklardan alınan sütlerin niteliği değiştirilmeksizin üçüncü kişilere satılması ortak dışı işlem sayılmazken, bu sütlerin işlendikten sonra peynir olarak ortaklara veya üçüncü kişilere satılması halinde, bu satış işlemi ortak dışı işlem sayılmaktadır.

Örnek 2: Ortaklardan alınan zeytinlerin ayıklanma ve temizlenme gibi işlemlerle sofralık zeytin haline getirilerek üçüncü kişilere satılması ortak dışı işlem sayılmazken, bu zeytinlerin çeşitli işlemlere tabi tutarak zeytinyağı şeklinde ortaklara veya üçüncü kişilere satılması halinde, bu satış işlemi ortak dışı işlem sayılacaktır.

Örnek 3: Kooperatiflerin üçüncü kişilerden satın aldığı üretimde kullanılan girdileri (ilaç, gübre, tohum gibi) ortaklara vermesi ve bedelin ortakların kooperatife satacakları ürün bedeli ile ilişkilendirilmesi ortak dışı işlem sayılmayacaktır. Buna göre bir pancar üretim kooperatifi tarafından üçüncü kişilerden satın alınan gübrenin, kooperatif ortaklarından satın alınacak pancara ait ürün bedelinden mahsup edilmek üzere ortaklara dağıtılması, ortak dışı işlem olarak kabul edilmeyecektir.

4.13.1.4.2. Kredi kooperatiflerinde ortak dışı işlemler

Kredi kooperatiflerinin kendi kaynaklarından veya banka, kredi kuruluşu benzeri üçüncü kişilerden sağladığı fonları, sadece ortaklarına kredi olarak vermesi halinde, bu faaliyetler ortak dışı işlem sayılmayacaktır. Kredinin, kooperatif ortağı olmayanlara verilmesi ise ortak dışı işlem olarak kabul edilecektir.

4.13.1.4.3. Yapı kooperatiflerinde ortak dışı işlemler

Yapı kooperatiflerinin, arsalarını kat karşılığı vererek işyeri veya konut elde etmeleri ortak dışı işlem sayılacaktır. Ancak, bu kooperatiflerin, her bir hisse için bir işyeri veya konut elde etmesi halinde, bu işlem ortak dışı işlem olarak kabul edilmeyecektir.

Yapı kooperatifi tarafından inşa edilen işyeri ve konutlarda yaşayan insanların sosyal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla sosyal tesislerin kat karşılığı inşa ettirilmesi de ortak dışı işlem sayılmayacaktır. Bu tesislerin yapımını müteakip, kooperatif tarafından işletilmesi halinde, işletilmeye başlandığı tarihte muafiyet şartı ihlal edilmiş sayılacaktır.

Kooperatiflerin konut inşa etmek üzere kum, çimento, demir v.b. malzeme satın alması, söz konusu inşaata finansman sağlamak üzere üçüncü kişilerden kredi temin etmesi de ortak dışı işlem olarak değerlendirilmeyecektir.

İşyeri veya konut inşa etmek üzere kurulan bir yapı kooperatifinin ortaklarından topladığı paraları değerlendirerek nemalandırması halinde, söz konusu nemaların Gelir Vergisi Kanununun geçici 67 nci maddesine göre vergilendirilmiş olması ve ortaklara dağıtılmayarak kooperatif amaçları doğrultusunda harcanması şartıyla, muafiyet şartları ihlal edilmiş olmayacaktır.

Kooperatife ait taşınmazların, ortaklara veya ortak olmayanlara kiraya verilmesi veya kooperatifin inşa ettiği konut veya işyerlerinin ortaklara dağıtımından sonra elinde kalan işyeri, konut veya arsaların satılması ortak dışı işlem sayılacaktır.
Kooperatifin amacını gerçekleştirmesinden sonra elinde kalan malzeme, alet ve edevatın satılması ortak dışı işlem olarak değerlendirilmeyecektir.

Öte yandan, bazı kooperatiflerin ana sözleşmelerinde, “ortakların sosyal, kültürel ekonomik ihtiyaçlarını karşılamak üzere gerekli tesisleri kurmak, işletmek veya kiraya vermek ….” hükmü yer alabilmektedir. Ana sözleşmelerinde söz konusu hüküm olsa dahi fiilen söz konusu tesislerin kurulup bizzat işletilmesi veya kiraya verilmesi ortak dışı işlem olarak değerlendirilecektir. Bu hükmün, ana sözleşmede yer alması tek başına mükellefiyet için yeterli olmayacaktır.

4.13.2. Yapı kooperatiflerinin muafiyetinde özel şartlar

Yapı kooperatiflerinde muafiyetten yararlanabilmek için yukarıda belirtilen şartlara ilaveten;

  Kuruluşlarından, yapı inşaatlarının sona erdiği tarihe kadar yönetim ve denetim kurullarında, söz konusu inşaat işini kısmen veya tamamen üstlenen gerçek kişilerle tüzel kişi temsilcilerine ve Kurumlar Vergisi Kanununun 13 üncü maddesine göre bunlarla ilişkili kişilere veya işçi işveren ilişkisi bulunan kişilere yer verilmemesi,
Yapı ruhsatı ile arsa tapusunun kooperatif tüzel kişiliği adına olması
gerekmektedir.

  Buna göre, yapı kooperatiflerinin muafiyetten yararlanabilmeleri için, kuruluşlarından inşaatın sona erdiği tarihe kadar yönetim ve denetim kurullarında, inşaat işini üstlenen gerçek kişilerle tüzel kişi temsilcilerine veya bunlarla ilişkili kişi kabul edilen kişi ve kurumlara veya bunlarla işçi ve işveren ilişkisi içinde bulunanlara yer vermemeleri gerekir.

Burada sözü geçen ilişkili kişi, inşaat işini üstlenen gerçek kişilerle tüzel kişilerin,
  • Ortaklarını,
  • Ortaklarının ilgili bulunduğu gerçek ve tüzel kişileri,
  • Ortaklarının idaresi, denetimi veya sermayesi bakımından doğrudan veya dolaylı olarak bağlı bulunduğu ya da nüfuzu altında bulundurduğu  gerçek ve tüzel kişileri,
  • Ortaklarının eşlerini,
  • Ortaklarının veya eşlerinin üst soyları (usul) ve alt soyları (füruu) ile üçüncü derece dahil yansoy hısımları ile kayın hısımlarını kapsamaktadır.

Yapı kooperatiflerinin yapı ruhsatı veya arsa tapusunun kooperatif tüzel kişiliği adına bulunmadığı durumlarda da muafiyetten yararlanılması mümkün değildir. Örneğin, inşaatı üstlenen müteahhit adına düzenlenecek bir yapı ruhsatı, yapı kooperatifinin muafiyetten yararlanmasını engelleyecektir. (2 Seri No'lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği'nin 1. maddesiyle değiştirilen cümle) Henüz arsa temini veya inşaat aşamasına gelmemiş bulunan dolayısıyla, işyeri veya konut teminine yönelik faaliyeti bulunmayan kooperatifler için bu şartlar aranmayacaktır. Örneğin, arsa tapusu kooperatif tüzel kişiliğine ait olmakla birlikte, henüz inşaat aşamasına gelmemiş bulunan konut yapı kooperatifinden inşaat ruhsatına ilişkin şart aranmayacaktır.(*)

T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı, konut ihtiyacının karşılanması amacıyla konut ve arsa üretimi yapmakta olup yapı kooperatifleri, T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı tarafından tahsis edilen arsa ve araziler üzerine konut veya işyeri yapabilmekte, ayrıca 1163 sayılı Kooperatifler Kanununa göre kurulan kooperatif birlikleri veya kooperatifler merkez birlikleri de kooperatiflere arsa temini veya tahsisinde görevli ve/veya yetkili olabilmektedirler.

1163 sayılı Kooperatifler Kanununa göre kurulan kooperatif birlikleri veya kooperatifler merkez birlikleri de anılan Kanun uyarınca kooperatif olarak değerlendirildiğinden söz konusu arsa ve arazilerin tapusunun veya yapı ruhsatlarının Toplu Konut İdaresi Başkanlığı veya kooperatif birlikleri ya da kooperatifler merkez birlikleri adına olması halinde de bahse konu yapı kooperatifleri, kurumlar vergisi muafiyetinden yararlanabilecektir.

2006 yılının sonuna kadar Kurumlar Vergisi Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (k) bendinde yazılı şartları sağlayamayan yapı kooperatiflerinin muafiyeti, 1/1/2006 tarihi itibarıyla sona ermiş sayılacaktır. Dolayısıyla, bu tarihten önce kurulan yapı kooperatifleri, 31/12/2006 tarihine kadar yukarıda belirtilen muafiyet şartlarını yerine getirmiş olmaları şartıyla kurumlar vergisinden muaf olacaklardır. 

7061 Sayılı Kanunla Yapılan Değişiklik Sonrası Ortak Dışı İşlemler ve İktisadi İşletme Uygulaması:

  İlgili kanun öncesi kooperatiflerin yukarıda bahsedilen ortaklık dışı işlem olarak kabul edilen durumlar sonrası kooperatif kurumlar vergisi muafiyeti ortadan kalkmaktaydı. 7061 Sayılı Kanun ve 
14 Seri No.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği ile aşağıdaki düzenlemeler yapılmıştır.

 5 Aralık 2017 tarihli, 30261 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 7061 sayılı BAZI VERGİ KANUNLARI İLE DİĞER BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN’un 88’inci maddesi ile 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (k) bendinde yer alan parantez içi hüküm yürürlükten kaldırılmış ve aynı bendin sonuna aşağıdaki parantez içi hüküm eklenmiştir.

“(Kooperatiflerin ortakları dışındaki kişilerle yaptıkları işlemler ile kooperatif ana sözleşmesinde yer almayan konularda ortakları ile yaptıkları işlemler “ortak dışı” işlemlerdir. Kooperatiflerin faaliyetin icrasına tahsis ettikleri ve ekonomik ömrünü tamamlamış olan demirbaş, makine, teçhizat, taşıt ve benzeri amortismana tabi iktisadi kıymetleri elden çıkarmaları ile yapı kooperatiflerinin kendilerine ait arsalarını kat karşılığı vererek her bir hisse için bir işyeri veya konut elde etmeleri ortak dışı işlem sayılmaz. Kooperatiflerin ortak dışı işlemleri nedeniyle kooperatif tüzel kişiliğine bağlı ayrı bir iktisadi işletme oluşmuş kabul edilir. Kooperatiflerin, iktisadi işletmelerinden ve tam mükellefiyete tabi başka bir kurumun sermayesine katılımlarından kazanç elde etmelerinin ve bu kazançların daha sonra ortaklara dağıtılmasının muafiyete etkisi yoktur. Ortak dışı işlemlerden elde edilen kazançların vergilendirilmesine ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca belirlenir.)

 Yapılan bu değişiklik ile daha önce ortaklık dışı işlem nedeniyle kaybedilen muafiyetin önlenmesi ve gerçekleşen ortaklık dışı eylemin ayrı bir iktisadi işletme altında sürdürülmesi ilgili işletmenin kurumlar vergisi mükellefine sahip olması ve kooperatifin muafiyet durumunun kaybedilmemesi hedeflenmiştir.

Yapılan değişiliğe göre;

 Kooperatiflerin, 1/1/2018 tarihinden itibaren gerçekleştirecekleri ortak dışı işlemler nedeniyle muafiyetleri etkilenmeyecek; ancak bu işlemlerden elde edilen kazançlar kooperatif tüzel kişiliğine bağlı ayrı bir iktisadi işletme nezdinde kurumlar vergisine tabi tutulacaktır. Dolayısıyla, muafiyete ilişkin diğer şartları taşıyan kooperatiflerin ortak dışı işlemlerinden elde edilen kazançları kooperatif tüzel kişiliğine bağlı ayrı bir iktisadi işletme nezdinde kurumlar vergisine tabi tutulacak, ortak içi işlemlerinden elde edilen kazançlarının kurumlar vergisine tabi tutulması söz konusu olmayacaktır.

Ortak dışı işlemlerle ilgili olarak kooperatif tüzel kişiliğine bağlı oluştuğu kabul edilen iktisadi işletme adına kurumlar vergisi mükellefiyeti tesis edilecektir.

Öte yandan, ortak dışı işlemlerde bulunmaları nedeniyle 1/1/2018 tarihinden önce kurumlar vergisi mükellefiyeti tesis edilmiş olan kooperatiflerin, muafiyete ilişkin diğer şartları da taşıyor olmaları kaydıyla, 1/1/2018 tarihi itibarıyla kurumlar vergisi mükellefiyet kayıtları sonlandırılacaktır. Bu kooperatiflerin 1/1/2018 tarihinden itibaren gerçekleştirdikleri ortak dışı işlemlerine ilişkin olarak kooperatif tüzel kişiliğine bağlı ayrı bir iktisadi işletme nezdinde kurumlar vergisi mükellefiyeti tesis ettirilmek suretiyle bu işlemlerden elde ettikleri kazançları vergilendirilecektir.

Kurumlar vergisinden muaf olan kooperatifler, ortak dışı işlemlerine ilişkin hesap ve kayıtlarını kooperatif hesaplarıyla ilişkilendirmeksizin iktisadi işletme adına tasdik ettirecekleri ayrı defterlerde izleyeceklerdir.

Ayrıca, kurumlar vergisinden muaf olan kooperatiflerin tam mükellefiyete tabi başka bir kurumun sermayesine katılımları, iktisadi işletmeleri ile bu kurumlardan kazanç elde etmeleri ve söz konusu kazançları daha sonra ortaklarına dağıtmaları muafiyetlerini etkilemeyecektir.

 Şeklinde düzenlenmiştir.
Aşağıdaki örnekler mevcut durum için yer alan örneklerdir.

Örnek 1: (A) narenciye üretim kooperatifinin ortaklarından almış olduğu narenciyeyi niteliğini değiştirmeden üçüncü kişilere satması ortak dışı işlem sayılmazken, niteliğini değiştirerek reçel olarak satması durumunda, kooperatif ortak dışı işlem yapmış olacağından, bu işlem nedeniyle kooperatife bağlı oluşan ayrı bir iktisadi işletme nezdinde bu işlemden doğan kazançlar kurumlar vergisine tabi tutulacaktır.

Örnek 2: (B) tohum üretim kooperatifi, gıda ürünleri üreten (K) A.Ş.’nin sermayesinin %20’sine iştirak etmiş ve bu iştirakinin 2017 hesap dönemine ait kârını 2018 yılı Haziran ayında dağıtması sonucunda 1.500.000.-TL kâr payı elde etmiştir. (B) kooperatifi elde ettiği bu kâr payının 600.000.-TL’lik kısmını 2019 yılı içerisinde ortaklarına dağıtmıştır.

(B) tohum üretim kooperatifinin sermaye şirketine iştirak etmesi, bu iştirakinden kazanç elde etmesi ve elde ettiği bu kazancı ortaklarına dağıtması kooperatifin muafiyetine etki etmeyecektir. (B) kooperatifinin başkaca ortak dışı işlemleri nedeniyle iktisadi işletme oluşması halinde (K) A.Ş.’nin sermayesine katılımından elde ettiği kazancını iktisadi işletme ile ilişkilendirmesi de söz konusu olmayacaktır.”

Sonuç: Yapılan Düzenlemeye İlişkin Yorum:

 7061 Sayılı Yasa ile yapılan en önemli değişiklik ortak dışı işlem tanımının yeniden yapılmış olmasıdır. Bu tanım kapsamına giren işlemler nedeniyle kooperatif açısından iktisadi işletme oluştuğu kabul edilerek, bu iktisadi işletme için kurumlar vergisi mükellefiyeti tesis edilecektir. Böylelikle kooperatifin muafiyetini kaybetmeden ortak dışı ilişkinin iktisadi işletme aracılığıyla sürdürmesinin imkanı tanınmıştır. Yapılan düzenleme ile ortaklık dışı işin çerçevesi genişletilmiştir.

 Yasada yapılan tanıma göre bir kooperatifin;
1- Ortakları dışındaki kişilerle yaptıkları işlemler ile
2- Kooperatif ana sözleşmesinde yer almayan konularda ortakları ile yaptıkları
işlemler,
Ortak dışı işlem sayılacaktır. Bu durumda, Kooperatif tüzel kişiliğinin sadece ve sadece ortakları ile kooperatif ana sözleşmesinde yer alan konularda işlem yapması gerekmektedir. 
 Öte yandan yasa ile yapılan düzenleme ile aşağıdaki işlemler ortak dışı olmasında rağmen ortak içi
işlem kabul edilebilecek işlemler de yer almıştır edilmiştir. 
Bu işlemler;
  • Kooperatiflerin faaliyetin icrasına tahsis ettikleri ve ekonomik ömrünü tamamlamış olan demirbaş, makine, teçhizat, taşıt ve benzeri amortismana tabi iktisadi kıymetleri elden çıkarmaları 
  •  Yapı kooperatiflerinin kendilerine ait arsalarını kat karşılığı vererek her bir hisse için bir işyeri veya konut elde etmeleri ortak dışı işlem sayılmaz.
  •  Kooperatiflerin, iktisadi işletmelerinden ve tam mükellefiyete tabi başka bir kurumun sermayesine katılımlarından kazanç elde etmelerinin ve bu kazançların daha sonra ortaklara dağıtılmasının muafiyete etkisi yoktur.
 İlgili yazımızda Kooperatiflerin kurumlar vergisi muafiyet uygulamasına ve iktisadi işletme kurarak muafiyetin sürdürülmesinin ortaya koymaya çalışılmıştır. Daha fazla bilgi için ilgili kanunlara bakılmalıdır.

Kaynakça:

  • 5520 Kurumlar Vergisi Kanunu
  • 1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu
  • 2007 Tarihli 1 Seri No'lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği
  • 28/11/2017 Tarihli ve 7061 Sayılı Bazı Vergi Kanunları ile Diğer Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
  • 2017 Tarihli 14 Seri No.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği