Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

11 Eylül 2018 Salı

İktisattın Felsefeden Sıyrılması Çabası


     Bugün bilim olarak tanımlanan “Sosyal Bilimler” ve “Doğa Bilimleri” antikçağ felsefesinin içinde bağımsız birer disiplin olarak var olmayıp felsefi düşüncenin içinde felsefi bir söylemle yer almakta idiler. Fakat zaman içerisinde felsefe dışındaki bilimlerde yaşanan değişim sonucu önce doğa bilimleri felsefeden ayrılmış her biri kendine has bir metodoji geliştirmiş ve bağımsız birer disiplin haline gelmiştir. Daha sonra bağımsız birer disiplin olarak var olma çabasını başarıyla sonuçlandıran doğa bilimlerini sosyal bilimler izlemiştir.

     Diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi iktisat ve felsefenin kökenleri çok eskiye dayanmaktadır. Fakat antik felsefe döneminde iktisat bağımsız bir bilim değildi. Filozoflar temelde felsefe bilimi ile uğraşmakta, iktisat ise felsefi söylemler içerisinde yer almaktaydı (Özveren, 2011:17). Bu durum 18. yüzyıla kadar sürmüştür. 18. y.y’ı iktisatın bir bilim olarak tarih sahnesine çıktığı dönem diye kabul etmek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu dönem öncesi iktisadi düşünceler tarihi açısından “Merkantilist” ve “Fizyokratlar” olarak bilinen iktisadi düşünceler vardı. Fakat iktisatın bağımsız bir bilim olarak doğuşu Adam Smith’in ünlü eseri “The Wealth of Nations (Ulusların Zenginliği)”ın yayım yılı olan 1776 yılı kabul edilmiştir. Smith’in eseri iktisat biliminin en temel taşlarından biridir ve iktisatın bir bilim olarak varlığının temel teorilerini içinde barındırmaktadır.

     Smith’in eserinde modern iktisatın temelleri atılmış olsa da Smith’in ilgili eserinde felsefi temelli unsurlar varlığını sürdürmüştür. Smith’in “Ahlak Profesörü” olması onun politik iktisadın yanında ahlaki yasalarla da ilgilenmesi ile alakalıdır. Smith yazmış olduğu eserle iktisatın bağımsız bir disiplin olarak ortaya çıkmasını sağlasa da sahip olduğu özelliği onun tamamen felsefeden de kopmamasına neden olmuştur.

     Smith’in 1759 yılında yayınladığı “The Theory of Moral Sentiments (Ahlaki Duygular Teorisi )” adlı eserinde insanın, yalnızca bireysel çıkar dürtüsüyle hareket eden bir varlık değil, aynı zamanda istediğini diğer insanlarla değişim ilişkilerine girerek elde eden bir varlıktır şeklinde de tanımlamıştır. Smith’e göre insanların diğer insanlar tarafından kabul görmek gibi bir çabası vardır. Görüldüğü üzere Smith eserlerinde iktisadi unsurların yanında ahlaki ve felsefi unsurlara da yer vermiştir.

     Yine aynı dönemler yaşamış ve bugün için önemli iktisatçı veya sosyal bilimciler olarak kabul edilen Karl Marx ve Max Weber çalışmaları ile iktisatın bağımsızlık mücadelesine katkıda bulunsalar da onlar da Smith gibi felsefi unsurlardan tamamen kopamamışlardır (Özveren, 2,011:17).
 Özellikle Marx iktisatın sığlığını felsefe ile gidermeye çalışmış ama bu alanda diğer Marksist iktisatçıların felsefi yanları zayıf kaldığından destek görememiş ve bu konuda istediğine tam anlamıyla ulaşamamıştır. Eğer bu durum gerçekleşme imkânı bulsa idi iktisat tekrar felsefenin içerisinde yer almış olacaktı (Özveren, 2011:21).

Sıyrılmanın Net Adımı “ Marjinal Devrim “


     19. y.y’ı iktisatın felsefe ve diğer sosyal bilimlerden sıyrılması noktasında bir dönüm noktası olarak görmek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu noktada iktisatın ayrı bir disiplin olarak var olma çabası ise doğa bilimlerinde olduğu gibi kendine bir metodoloji bulma çabasıyla başlamıştır. İktisat ve diğer sosyal bilimler birer disiplin olarak ortaya çıkmasıyla epistemolojik temel arayışına giriştiklerinde ilkin felsefeye değil doğa bilimlerine yönelmişlerdir (Yılmaz, 2011:39). Doğa bilimleri bilginin-düşüncenin kesinliğini laboratuvar ortamında deney yaparak ispat etmekte ve bu anlamda bilgiye ulaşmada matematik son derece önemli bir araç olmaktadır.

    19. y.y ’da ortaya çıkan ve kendilerini Neo-Klasik İktisat okulu olarak nitelendiren Alfred Marshall, Léon Walras gibi düşünürler iktisatın metodoloji seçiminde önemli katkılar yapmışlardır. Bu anlamda diğer sosyal bilimlerin temel yöntemleri terk edilerek doğa bilimlerindeki gibi matematiksel unsurlar ile iktisattaki fayda hesaplamaları, tüketici davranışları ve diğer pek çok konuda radikal uygulamalar ortaya çıkarmışlardır. İktisatın bu dönemde felsefeden ve diğer sosyal bilimlerden sıyrılarak bağımsız bir bilim olarak ortaya çıkma çabası son derece ciddi ve kuvvetliydi.

    Neo-Klasik İktisat ile birlikte temelde sosyal bilimler arasında yer alan iktisat doğa bilimlerinin yöntemine yönelerek matematik ile iktisat problemlerini çözmeye çalışmıştır. Bu dönemde yaşanan gelişmeler Marjinal Devrim olarak kabul edilmiş ve Rasyonel İnsan davranışlarına vurgu yapılmıştır. Rasyonel insanların faydalarını maksimum düzeye getirmek için tercihte bulunup tüketim yaptıklarını, yine rasyonel hareket eden insanların karlarını maksimum düzeye getirmek için üretim yaptıklarını ifade etmişlerdir. Neo-Klasik iktisat ekolü maksimizasyonları belirleyebilmek veya faydayı ölçebilmek için yoğun matematik kullanılmaya başlanması, zamanla felsefi ve psikolojik unsurların iktisata yabancılaşmasına neden olmuştur. Neo-Klasik İktisatçıların insanı "Homo Economicus (Rasyonel İnsanı tanımlayan bir terimdir)" olarak tanımlamışlardır.

     Matematiğin iktisatta yoğun bir şekilde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte bilim dalının adı “siyasal iktisat” (political economy) yerine “iktisat” (economics)’a dönüşmeye başlamıştır. Özellikle mantıksal pozitivizmin etkisiyle iktisat somut ve gözlenebilir olgulardan hareketle daha matematiksel hale gelmesi diğer sosyal bilimlerle olan iş birliğini dışlamaya başlamıştır. Siyasal iktisat daha fazla insani davranış ve iktisat dışı davranışları analize katarken, “iktisat” (economics) bundan uzaktır.
İktisatın yöntem arayışlarına yükselen itirazlar

     19.y.y’da sosyal bilimlerde özellikle iktisatta metot arayışı sonucu doğa bilimlerine yakınlaşma söz konusuyken aynı dönemde Alman düşüncesinde önemli bir itiraz yükselmiştir. Söz konusu itiraz sosyal bilimlerin doğa bilimleri ile arasında hem metodolojik hem de ontolojik bir fark olduğunu ifade ederek “Tin Bilimleri” söylemini geliştirmiştir. Bu alanda yükselen bir diğer itiraz ise bilim felsefesi ve doğa bilimcileri kanalından gelmiştir. 20. y.y’ da yoğunlaşan bilim felsefesi tartışmaları, bilimsellik kriterinin 17. y.y’dan beri doğa bilimcilerin söylediği gibi matematiksel ve deneysel olmadığı, sosyolojik gerekçelerin de bilginin kesinliği noktasında etkisinin olduğunu ortaya koymuştur. 20.yy’ın sonuna doğru ortaya çıkan felsefi terminolojideki “Naturalism” eğilimin sosyal bilimlerde ve özellikle iktisatta ilgi görmesi iktisat bilim ile doğa bilimleri arasındaki farkı ortaya koymuştur  (Yılmaz, 2011:40). 20.y.y’da ve sonrasında bilim felsefesi ve bilginin doğruluğu noktasında özellikle iktisat bilimi açısından tartışmalar devam etmektedir.

Sonuç


    Batı düşüncesinde iktisatın felsefeden ve diğer sosyal bilimlerin metotlarından sıyrılarak doğa bilimlerinin yöntemlerini taklit ederek var olma mücadelesi günümüzde hala tartışılmaya devam etmektedir. Özellikle yaşanan ekonomik kriz dönemlerinde krizin temel sebeplerinin sadece matematiksel yöntemlerle açıklanmasının yetersiz kalması aslında iktisatın salt niceliksel bir bilim olmadığını ortaya koymaktadır.  Öte yandan iktisatın bu mücadelesinde nispeten başarılı olduğunu da söylemek mümkündür. Son dönemde yaşanan gelişmeler  ekonominin gerçeklerini ve karmaşık yapısını anlayabilmek için iktisatın matematik dışında farklı yöntemler kullanması gerektiğini ortaya koymuştur. Özellikle ekonomik  davranışları incelerken felsefe, psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi bilimlerden yararlanmak iktisatın topluma daha da yakınlaşması ve çözüm üretmesini katkı sağlayacaktır.

Kaynakça 


  • Özveren, Eyüp (2011), “(Kurumsal) İktisat Felsefe İlişkisi: Ne Senle Ne Sensiz”, İktisattı Felsefeyle Düşünmek ( Derleyenler Ozan İşler- Feridun Yılmaz), 17-21.

  • Yılmaz, Feridun (2011), “Düşünceden Kaçış Çabasının Öyküsü: İktisadın Felsefeden Kopuşu”, İktisattı Felsefeyle Düşünmek ( Derleyenler Ozan İşler- Feridun Yılmaz, 39-40.