Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

17 Mayıs 2017 Çarşamba

TÜRKİYE'NİN TARIM POLİTİKASI VE TARIMDA YAŞANAN TEMEL SORUNLAR

Anadolu toprakları yüzyıllardır Hitit, Selçuklu, Akkoyunlu ve Osmanlı gibi  büyük imparatorluklara ev sahipliğinde bulunmuştur. Kurulan tüm uygarlıklar Anadolu topraklarının bereketinden faydalanarak yüzyıllarca tarımla uğraşıp medeniyetlerini sürdürmüşlerdir. Bundan kaynaklı olarak Anadolu'da tarım ve toprağa büyük önemler verilmiştir. Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti döneminde de  Anadolu toprakları tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanlar için vatan olmayı sürdürmektedir.

 Dünyanın geçirmiş olduğu ekonomik dönüşümlerle birlikte tarım sektörü Osmanlı'nın son döneminden itibaren yozlaşmaya başlamış, yaşanan savaşlar ve buna bağlı olarak artan vergiler çiftçinin sırtında yük olmuş ve Anadolu insanı toprağını terk etmeye başlamıştır. 

 Osmanlı devletinin yıkılıp tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte 1923 yılında kurulan yeni Türkiye'ye bitkin halde bir tarım sektörü kalmıştır. Atatürk ve yeni kadrolar ülke bağımsızlığının yanında ekonomik bağımsızlığında kazanılması gerektiğinin farkında idi. 1923 yılında gerçekleştirilen İzmir İktisat kongresinde ekonomik kalkınmanın yolu büyük ölçüde çizilmiş. Tarım sektörünün yeniden Anadolu topraklarında canlanması için gerekli adımlar bir bir atılmaya başlanmıştır. 1925 yılında köylünün sırtında yük olan Aşar vergisi kaldırılmış, Ankara'da Atatürk Çiftliği kurulmuş, Toprak Mahsulleri Ofisi açılmış, Destekleme Alımları gerçekleştirilmiş, Ziraat Bankası aracılığıyla çiftçiye kredi sağlanmış, Köy Enstitüleri  aracılığıyla köylüye eğitim verilmiş, Toprak Reformuyla köylü topraklandırılmış ve daha birçok adımla tarım sektörünün tekrardan canlandırılması ve nitelikli tarımsal üretimin gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir.

 Ekonomilerde dönüşümlerin hızlandığı 1980 ve sonra artan liberasyonla  birlikte ekonomiler dışa açılmış ve rekabet etmenin daha önem kazandığı bir dönem başlamıştır. Yeni dönemle birlikte Dünyada  ve Türkiye'de yeni tarım politikaları belirlenmiş, özellikle Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle başlatmış olduğu gümrük birliği ve dış ticarette gümrük vergilerinin tarım ürünleri ve bazı ürünlerde sıfırlanmasıyla rekabet gücü daha ön plana çıkmıştır. Gümrük birliğinin getirmiş olduğu koşullarla birlikte daha etkin tarım politikaları belirlenmesinin gereği artmıştır. Eğer tarım sektörü ve buna bağlı olarak ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi hedefleniyorsa çok daha radikal, planlı ve etkin tarım politikalarının belirlenmesi şarttır. Her geçen gün tarımda rekabet gücünün önemi artmakta, rekabette üstünlük sağlanmanın yolu ise  markalaşmış ve katma değeri yüksek tarımsal üretimden geçmektedir.

 Ekonomilerin belirlemiş oldukları tarım politikalarında temel amaçlar; üreticilerin gelirini artırmak, kırsal kesimin yaşam düzeyini iyileştirmek, gelir dağılımı adil hale getirmek, tüketicilerin fiyat artışlarına karşı korumak, rekabeti yüksek tarım ürünü yetiştirmek, modern üretim tekniklerine uygun üretim yaparak ürün kaybını minimuma indirmek, buzhane ve benzeri fiziki mekanları oluşturmak, mevsimsel etkileri minimuma indirecek üretim tekniği geliştirmek, etkin ve iyi tohum geliştirmek, gübre üretimi yaparak dışa bağımlılığı azaltmak, üretim maliyetlerini düşürmek, üreticilerin üretimlerini doğrudan pazarlara ulaştırmasını sağlayarak aradaki komisyoncuları devre dışı bırakmak bu şekilde fahiş fiyat artışlarını önleyerek enflasyon rakamlarını düşürmek mümkündür. Kooperatifçilik anlayışını tüm çiftçilere anlatarak çiftçinin kazandığı ve üretime devam ettiği tarımsal üretim gerçekleştirilebilir. Yukarıda saydığımız politikaların yanında devletin çiftçiye vereceği ucuz kredi ve hibelerinde önemi çok büyüktür. Tarım sektörü diğer sektörlere nazaran devletin daha fazla müdahale etmesi gerektiği bir alandır.

Yukarıda bahsettiğimiz politikaları Türkiye olarak ne kadar uygulamakta şimdi bunu konuşup, enflasyon oranı üzerindeki etkisini görelim. Öncelikle Türkiye de yaşanan temel sorunlardan bahsetmek gerekirse; et fiyatlarının Avrupa kıyasla son derece yüksek olması ve fiyat artışının devam etmesi, süt üreticisi firmalarının ürettikleri çiğ sütlerin para etmemesi, geçen yıl yaşanan Rusya krizi sonrası domatesin tarlada kalması bu yıl ise domates üreticisinin domates üretmekten vazgeçip arzın  düşmesiyle fiyatların  kilogram başına 10 TL'yi bulması, tekelleşme eğilimleri, yüzde 300 farkla tarladan sofraya gelen ürünler ve aradaki komisyoncuların varlığı, yüksek  maliyetli gübre ve tohum sonucu üretim maliyetlerinin artması, fiziki yetersizlik sebebiyle yaşanan ürün kayıpları bunlara ilaveten çok daha fazla olumsuzluk sayabiliriz. Tabi ki tüm olumsuzluklar enflasyon oranının yükselmesine de sebep olmakta.

Şimdi Türkiye'deki kronikleşen temel sorunlardan ve çözüm yollarını neler görelim.

  • Tohum, gübre, ilaç ve teknolojik tarım aletlerinin yurt dışından ithal edilmesinden dolayı kurlarda meydana gelen artışlar üretim maliyetlerini artırmaktadır. Çözüm yolu ise tohum ve gübre üretecek AR-GE çalışmalarını gerçekleştirmektir.
  • Soğuk hava deposu, ulaştırma ağlarının yetersizliği gibi fiziki imkansızlıkların yetersizliğinden dolayı yaşanan ürün kayıpları buna bağlı oluşan düşük verimlilik azalan rekabet ve kaybolan kar marjları.  
  • Plansız üretim nedeniyle arz-talep dengesizliğinde  yaşanan fiyat oynaklıkları  ve oluşan fiyat artışları.  Geçen yıl Rusya ile yaşanan kriz sonrası domates ihracatı azalmış domatesler üreticinin elinde kalmıştı. 2017 yılında ise üretim yani arz bir önceki yıla göre belirlendiği için arz talebi karşılayamamasından dolayı domates fiyatları yükseldi buna bağlı olarak da  TÜFE'de artış meydana gelmiştir. Öte yandan nohut, kuru fasulye ve mercimekte arz yetersizliğini gidermek için ithalata başvurulmuş ve bu ürünlerde gümrük vergisi sıfırlanmıştır. Fakat bu çözümler geçici çözümler getirmektedir. Daha planı üretim anlayışıyla Anadolu topraklarında yüksek ve kaliteli üretim gerçekleştirilmelidir.
  • Piyasalarda yeterli regülasyonun olmaması, tarım sektörünün serbest piyasa ekonomisine bırakılması sektör açısından olumsuzluk yaratmakta. Tarım sektörünün spekülasyon ve manipülasyonlara açık hale getirmektedir. Devletin gerekli altyapı ve düzenlemelerle piyasayı regüle etmesi gerekmektedir.
  • Üreticilerin dağınık yapıda olması, ülkede işlevsizlik birlik ve kooperatiflerin olması üreticilerin girdi fiyatlarını ve ürünlerin satış fiyatlarını belirleme gücünü olumsuz etkilemektedir. Organize olmayan üreticilerin karşısında organize olmuş monopol yada oligopol yapıya sahip sanayici ve market zincirleri bulunmaktadır. Çözüm yolu ise üretici bilinçlendirmek ve organize olmalarını sağlamak.
  • Toprak Mahsülleri Ofisi, Et ve Süt Kurumu, Tarım Kredi Kooperatifleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü gibi kamu kurumlarının yeterli olmaması ve gereken düzenleyici ve destekleyici etkiyi sağlayamaması.
  • Özel sektör devlet işbirliği içerinde yeterli AR-GE ve inovasyon çalışmalarının yapılmaması. 
  • Diğer bir temel sorun ise tarımda yapılan proje ve desteklemelerin topluma tam anlamıyla anlatılamaması ve etkinlik analizlerinin yapılamaması. Özellikle IPARD kapsamındaki AB fonları ile Ziraat Bankası tarım kredilerinin topluma duyurulması gerekmektedir.
 Görüldüğü üzere Türkiye'de tarım sektöründe bu ve buna benzer çok büyük sorunlar bulunmaktadır. Sorunların çözümleri için yapılan kısa süreli müdahaleler çözüm yaratmamaktadır. Orta ve uzun vadeli tarım politikalarına ve reformlara ihtiyaç var. Üstü açık fabrika olarak tanımlanan tarım sektörüne acil müdahale şart gözükmekte. Pek çok Avrupa ülkesi özellikle Hollanda bize oranla daha düşük tarımsal alanlara sahipken etkin tarım politikaları ile Türkiye'nin çok çok üzerinde tarımsal ihracat geliri elde etmektedir. 2014 yılı verilerine bakıldığı Konya ili büyüklüğünde olan Hollanda tarımsal ürün ihracatında dünyada 80 Milyar Euro ile ikinci sıradadır. 

  Son dönemde artan jeopolitik risklerde gösteriyor ki artık tarımsal ihracat pazarımızı daha çeşitlendirmemiz gerekmektedir. Rusya ve Irak'la yaşanan sorunlar gösteriyor ki üretim odaklı bir sisteme sıkışıp kalmışız, pazarlama ve satış konusunda çok çalışmamız gerekmektedir. Üretim artışına paralele olarak rekabet gücü ve katma değeri yüksek üretim yapılmazsa tarım politikasında başarılı olunamaz. Ürünü ne kadar düşük maliyetle üretirsek üretelim, rekolte ne kadar yüksek olursa olsun o malı pazarlayamazsak başarılı olamayız..

















6 Mayıs 2017 Cumartesi

FED'İN ( ABD MERKEZ BANKASI ) FAİZLERİ ARTIRMASI NE ANLAMA GELMEKTE ?

 Ülkemizde ve tüm dünyada olduğu gibi Merkez Bankalarının temel görevi para politikasına  yön vererek iktisadi refahı ve ekonomik gelişmeyi desteklemektir. Bunu sağlamak için ise, MB'larının temel hedefleri fiyat istikrarını ve finansal istikrarı sağlamaktır. Temel hedefleri gerçekleştirmek için kullandıkları en temel politika araçlarından birisi ise faiz politikasıdır. Merkez Bankaları faiz oranlarını kontrol ederek ekonomilerde istikrarsızlıkları ortan kaldırmaya yada azaltmaya çalışırlar. Merkez Bankaları bu hedefleri gerçekleştirirken maliye politikalarıyla uyum içinde hareket etmek zorundadırlar. 

  Dünyada faiz oranlarının belirleme ve sermaye akımlarını kontrol etme noktasında çok önemli Merkez Bankaları bulunmaktadır. Merkez Bankaları içinde şüphesiz en önemlisi FED yani Amerika Merkez Bankasıdır. FED 'in faiz artırımı ile ilgili alacağı bir karar tüm dünyada küresel bir etki yaratarak sermaye akımlarının yön değiştirmesini neden olmaktadır. Tabi FED'in alacağı bu karar çeşitli kanallar aracılığıyla piyasaların ve ekonomilerin durumlarında ciddi değişiklikler yaratmaktadır. Özellikle bizim gibi kırılgan ekonomi grubunda yer alan ekonomiler bundan çok daha fazla etkilenmekte ve istikrarsızlıklar yaşamaktadırlar. 

 FED'in alacağı bir faiz kararının ( artış yada azalış) bu kadar önemli olması ABD ekonomisinin global ekonomi içindeki büyüklüğü, dünyadaki en güçlü rezerv para olan $ ( dolar ) basma tekelini elinde bulundurması, ABD Hükümetinin uluslararası ilişkilerdeki ağırlığı ve daha sayabileceğimiz pek çok neden FED'in dünyadaki en önemli MB olmasını sağlamakta. 

 Peki FED faiz artırma kararını neye göre almaktadır. FED 2008 krizinden bu yana genişletici politikalar izleyerek piyasaya yüksek miktarda dolar verdi ve likiditeyi bollaştırdı bunun yanında düşük faiz politikası izleyerek sıfır hatta negatif faizle diğer ticari bankaların FED 'den düşük faizle kredi almasını istedi. FED bu şekilde piyasaları canlandırarak işsizlik oranını kriz öncesi dönemdeki orana çekmeyi ve enflasyonu ise tekrardan %2-3 bandına düşürmeyi hedefledi. 
 FED 'in izlediği bu politikaları 2015 yılına kadar sürdürdü. 2015 yılına geldiğiniz ABD de tarım dışı işsizlik oranı FED'in 2008 krizinden sonra hedeflediği amaçlar doğrultusunda gerçekleşti. İstihdamdaki artışla birlikte FED uzun süre sonra faiz artırma kararı aldı, faizleri 0.50 baz puan artırdı. Küresel krizden sonra FED'in faizleri ilk kez artırması ve ekonomiye ilişkin olumlu beklentileri gelecekte  FED'in faizlerin artıracağı anlamına gelmektedir.

 Geçtiğimiz cuma günü (02/06/2017) ABD ekonomisine ilişkin tarım dışı istihdam rakamları açıklandı  bir önceki Nisan ayında veriler şöyleydi, toplam istihdam artışı 211 bin gerçekleşirken işsizlik oranı %4.4 gerilemişti. Dün açıklanan Mayıs ayı verilerine ise beklenenin altında gerçekleşti. Tarım dışı istihdam verisi beklentisi 182 bin yönündeyken gerçekleşen 138 bin oldu ve işsizlik %4.4'ten %4.3'e geriledi. Nisan ayı verisi ise 174 bin ol olarak revize edildi. Bu rakamların piyasada ilk etkileri verinin beklentinin altında kalmasından dolayı, $/TL kurunun 3,5140'a kadar gerileyerek 2017'nin en düşük  seviyesini görmesi oldu.

 Peki bu rakamlar ne anlama gelmekte? ABD Mayıs 2007'den beri işsizlik oranın ilk kez %4.5 altına düştü ve nisan ayı için istihdam rakamı 190 bin  beklenirken  gerçekleşen oldukça yüksek gerçekleşti. Dün açıklanan rakamlar ise beklentinin altında kalsa da işsizlik rakamındaki düşüş ve FED bunu olumlu karşılaması FED'in faiz artırımı beklentisinin sürdürmesine neden olmaktadır.

  FED faiz artırma kararı alırken baz aldığı temel değişken tarım dışı işsizlik rakamlarıdır.
Yeni rakamlara bakıldığında ve ekonominin gidişatı bize FED'in haziran ayında 0.25 bazlık artışa gideceği sinyalini vermekte. Otoriteler 2017 yılı için FED'in üç kez faiz artıracağını öngörmektedir. Bunun yanında Trump'ın seçilmesi ve genişletici maliye politikası izleyeceği sinyalleri vermesi enflasyonun yükselmesine yol açacaktır. Bu durumda FED'in faizleri artırıp artırmayacağını önümüzdeki dönemde göreceğiz.

 Şuan için FED'in yakın zamanda faizleri artıracağını  beklediğimize göre faizlerdeki bu artış ne anlama gelmektedir? Durumun özü şudur; FED dünyada ki doları ülkesine çağırmaktadır. Dolar dünyadaki en güçlü rezerv paradır ve hemen hemen dış ticaretin tamamı dolar üzerinden gerçekleşmektedir. Yani ülkeler dış açıklarını dolarla kapatmaktadır. Örneğin bir ekonomi dolar bulamaz ise dış açık artar ve kriz kapıdadır.

  FED faizleri artırarak tahvil piyasasındaki faizler artırmaktadır bu durumda sermaye akımlarının ABD'ye yönelerek ABD tahvil satın almakta nispeten geldiği yere göre ABD'de daha az riskle faiz geliri elde etmektedir. ABD tahvilinin veriminin artması ve güvenli yatırım aracı olması dünyada gezen parayı kendi ekonomisine gelmesine neden olmaktadır. Fakat dünyadaki tüm paranın gitmesi mümkün değildir diğer ekonomilerde faiz artırarak biraz maliyet karşılığında sermayeyi ülkelerinde tutmaları mümkündür.

  Peki bizim gibi kırılgan ülkelerde de durum böyle mi? Özellikle Türkiye'de de sermaye çıkışı pek çok olumsuzluğa yol açmaktadır.Çünkü sermaye çıkışı döviz kurunun yükselmesine, ithalatın daha pahalı hale gelmesine, dış açığın artmasına, enflasyon ve faizlerin yükselmesine kadar pek çok istikrarsızlık yaratmaktadır.  Bizim Merkez Bankamız sermaye çıkışını engellemek için bahsettiğimiz gibi faizleri artırarak sermaye çıkışını engelleyebilir fakat yatırımcı faiz dışında risk ve beklentileri de dikkate alarak karar vermektedir.Bunun yanında faizlerdeki artış ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemektedir. Şuan için ekonomimizde  faizleri artırmamıza rağmen döviz sıkıntısı yaşanmaktadır. Bunun temel nedenleri, Türk lirasının değerindeki aşırı oynaklık ve çevresel siyasi faktörlerden dolayı artan riskler etkili olmaktadır. Bunun dışında pek çok nedende sayabiliriz.

 Kırılgan ekonomiler arasında 2016 yılından itibaren en fazla negatif ayrışan paranın Türk lirasının olması ve toparlanmanın bir türlü gerçekleşmemesi ekonomimiz açısından olumsuz gelişmedir. Üstüne birde düşük büyüme, yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik eklenince ekonomiye ilişkin iyimser bir tablo çıkmamakta.
Sonuç olarak bizim gibi gelişen ekonomiler faizleri artırıp-artırmama tartışmasına son verip ana sorunlarımızı dikkate alıp, temel sorunların reformlarla ortadan kaldırmalıyız.