Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Finansal Türevler ve Risk Yönetimi

 Finansal piyasalar temelde fon açığı bulanan ile fon fazlası bulanan aktörlerin karşı karşıya geldiği ve fon transferinin gerçekleştiği piyasalardır. Finansal piyasalar reel ekonomi için gerekli olan fonları bir araya toplayarak yatırıma dönüşmesini sağlamaktadır. Bu yönüyle finansal piyasaların, ekonomik büyüme ve kalkınma için gelişmesi son derece  önemlidir.

  1970'li yıllardan itibaren artmaya başlayan liberalizasyonla birlikte ulusal ve uluslararası piyasalarda radikal gelişmelere gözlenmiştir. Ekonomilerdeki liberalizasyon süreci ile birlikte başlayan bu değişim, deregülasyon, menkul kıymetleştirme, piyasalar arası entegrasyon ve bunların sonucu olarak küreselleşme süreci ile birlikte dünya ekonomilerine yön vermektedir.
Finansal devrim olarak adlandırılabilecek olan bu süreç, finansal piyasalarda rekabeti, etkinliği ve performansı artırırken, bu piyasalardaki riskte büyük ölçüde artmıştır.

  Finansal piyasalarda yaşanan  gelişmeler sonucu piyasalar derinleşerek gelişmiştir. Bu gelişme ve büyümenin yanında risklerde artmaya başlamış. Artan riskler finansal piyasalarda riskin taraflar arasında eşit bir şekilde dağıtmaya veya minimum seviyelere indirmek üzere yeni türev araçlar ortaya çıkmasını sağlamıştır. Finansal piyasaların çeşitli sınıflamaya tabi tutmak mümkündür. Bu sınıflandırmalardan biri, piyasaların işlem türüne göre spot piyasalar ve vadeli ürünler piyasası (ya da türev piyasalar) olarak tanımlanmasıdır. Spot piyasalarda ödeme ürün teslimatı sırasında yada teslim + 2 iş günü içinde  gerçekleştirilir. Örneğin hisse senedi satın alındığında piyasa bedeli ödenir ve hisse teslim alınır. Vadeli piyasalarda ise teslimat ilerideki bir tarihte ve belirli bir şart altında gerçekleşir. Vadeli piyasalarda teslimin ilerideki bir tarihte gerçekleşecek olması risklerin daha fazla olmasına yol açacaktır. Örneğin ihracatçı bir firma ileri vadeli bir alacağı için kur endişesi yaşayabilmektedir. Çünkü bugünden  ileri bir tarihte  kurun yükselmesinin yanında düşme riski de bulunmaktadır.
 
  Mevcut risklerin minimuma indirmek ve aktörler arasında eşit bir şekilde dağıtılması için spot piyasalarda yer alan ürünlerden türetilerek yeni türev varlıklar  piyasaya çıkmıştır. Türev varlıklar; forward, futures, opsiyon, swap, ve benzeri  araçlar  piyasaların  yarattığı dalgalanmalara karşı ve  spot piyasaların yetersiz kalmasıyla yeni arayışların başlaması sonucu ortaya çıkmışlardır. Bu nedenlerin yanında   finansal  piyasalarda işlem yapanların kendilerini güvence altına almak istemeleri ve piyasalarda istikrar sağlanmasını temin etme arayışları da son derece etkili olmuştur.

  Türev araçlar, finansal piyasaların gelişmişlik düzeyini artırarak ekonomide kaynakların daha etkin  kullanımına katkıda bulunmaktadır. Bunun yanında piyasaların uluslararası piyasalar arasında yer almasını sağlayarak diğer büyük uluslararası piyasalara entegre olmasını sağlamaktadır.

  Türev ürünlerin türetildiği finansal varlıklara dayanak varlık (underlying asset) denilmektedir. Türev ürünlerin performansı dayanak varlığın sözleşme boyunca alacağı değere bağlıdır.  Bu piyasalarda ödemeler sözleşmeye   bağlı olarak ilerideki  bir vadede ve bazı şartlara bağlı olarak gerçekleşir.  Vadeli işlemlerin ( forward, futures, swap )  ortak özelliği, ilerideki bir tarihte teslimatı yapılmak üzere herhangi bir malın veya finansal aracın, bugünden alım satımının yapılmasıdır. Opsiyon sözleşmeleri ise sözleşmede belirlenmiş olan hakkın sözleşme alıcısının isteğine bağlı olarak kullanılmasına olanak tanımaktadır.

Şimdi bu türev araçları daha detaylı görelim.

  • Forward ( Alivre ) Sözleşme:
  Satıcının belli bir ürünü ileri bir tarihte bugünden anlaşılan bir fiyat üzerinden alıcıya teslim etmelerini öngören sözleşmelerdir. Forward sözleşmelerinde satıcı taraf, dayanak varlığı ileri bir tarihte önceden belirlenen şartlarda teslim edecektir. Alıcı ise, vadede ücreti ödeyerek dayanak varlığı satın alacaktır.  Sözleşmenin şartları alıcı ve satıcı tarafından karşılıklı belirlenmektedir. Genellikle tezgah-üstü (organize olmayan) piyasalarda iki finansal kurum ya da bir finansal kurum ile müşterisi arasında işlem gören forward sözleşmelerinde bir karşı taraf riski daima söz konusudur. Taraflardan birinin sözleşmeye uymama riski bulunduğundan bu tarz anlaşmaları genellikle büyük ve kurumsal firmalar yapmaktadır. Bu şekilde riskleri minimize etmeye çalışılsa da teknik olarak  risk daima mevcuttur.
 Forward anlaşmaları teknik olarak futures sözleşmelerine benzese de aralarında önemli farklılıklar vardır.

  • Futures Sözleşme:
 Futures sözleşmeleri mutlaka organize bir piyasada işlem görmesi ve  standart sözleşmeler olarak hazırlanması gerekmektedir. Sözleşmede yer alan tarafların birbirlerini tanımaması ve borsanın her iki tarafın da haklarını koruyacağına dair bir garanti vermesi gibi bir takım temel özellikler bakımından forward sözleşmelerinden ayrıldığını söylemek mümkündür.

   Bilindiği üzere forward sözleşmelerinde taraflardan birinin sözleşmeye uymama riski bulunurken futures sözleşmelerinden kullanılan teminat hesaplarıyla bu risk ortadan kaldırılmıştır. Futures sözleşmelerinde yer alan bu yapısal mekanizma sayesinde mevcut riskler ortadan kaldırılmıştır. Organize piyasalarda alıcı ve satıcının hesapları borsa yönetimi tarafından takip edilmektedir. Borsa yönetimi tarafından başlangıç teminatları belirlenmekte  bu şekilde işlem sırasında sorun çıkması engellenmektedir. Bireysel yatırımcılar futures sözleşmelerinin bu yapısından faydalanarak yatırımlarının karşılığını temerrüte düşmeden alabilmektedirler. Forward sözleşmelerinden ayıran diğer bir fark ise futures da taraflar vadeyi beklemeden sözleşme haklarını kullanabilmektedir. Forward da genelde vade beklenmektedir.

 Bu garantilerin sağlanması noktasında organize piyasalarda yer alan Takas Kurumu'na çok büyük sorumluluk düşmektedir.

Takas Kurumu: Riskin transfer ödemesindeki temel yapı taşlarından biridir. Takas kurumu borsada alıcı karşısında satıcı, satıcı karşısında alıcı konumuna geçerek piyasa katılımcılarının hak ve yükümlülüklerini teminat altına almaktadır. Geçekleşen işlemler sonucu oluşan ödeme ve teslimat yükümlülüklerinin zamanında yapılmasında ve risklerin takibini sağlamakla görevlidir.


  • Swap Sözleşmeleri:
Swap (takas), iki tarafın belirli tarihlerde gerçekleşecek olan nakit akışlarını belirli koşullar çerçevesinde el değiştirmek suretiyle oluşturduğu türev ürünlerdir. Değişime konu olan ödemeler, faiz, anapara veya hem anapara, hem faiz ödemeleri olabilir. Swap işleminde bir para birimi başka bir para birimi ile aynı gün içerisinde değiştirilmektedir. Ancak, bir vadeli işlem çeşidi olan swapta satılan para birimi ileri ki bir günde ters işlemle geri alınmaktadır. Swapta amaç, faiz oranları ile döviz kurlarında gerçekleşen  dalgalanmaların yarattığı riski düşürmektir.  Swap, işletmeler hem risklerini azaltma, hem de gelirlerini arttırma olanağı veren bir yöntemdir

  • Opsiyon Sözleşmeleri:
  Belli bir vadeye kadar veya belli bir vadede opsiyona dayanak varlık oluşturan belli miktardaki bir malı, finansal ürünü veya sermaye piyasası aracını belli bir fiyattan alma ya da satma hakkını belirli bir prim karşılığında opsiyonu alan kişiye veren buna karşın opsiyonu satmaya zorunlu tutan sözleşmelerdir.  Opsiyon sözleşmelerinde alıcının talebi halinde opsiyon satıcısının opsiyona konu olan dayanak varlığı ne kadardan alacağını ya da satacağına belirleyen fiyata uygulama fiyatı denir.

 Opsiyon sözleşmelerinin diğer vadeli işlem sözleşmelerinden ayıran en önemli fark opsiyon sözleşmelerinden  vade sonunda cayma hakkı mevcuttur. Bu anlaşmaların forward ve futures işlemlerinden temel farkı vade geldiğinde alma ya da satma zorunluluğunun olmamasıdır. Cayma hakkının bulunmasından dolayı cayma hakkına sahip olan taraf karşı taraf bu riskten dolayı bir bedel ödemek zorundadır. Opsiyon primi, opsiyon alan tarafın opsiyon satıcısına ödediği fiyattır. Opsiyon alıcısının üzerine anlaşma yapılan ürünü satma ya da satın alma hakkına sahip olması ve hakkı kullanmasının kendi isteğine bağlı olmasından dolayı opsiyonu satan taraf bir risk üstlenmektedir. Bu yüzden opsiyonu satan kişi alan kişiden bir prim talep etmektedir.

Opsiyon sözleşmelerine bir örnek :

Bursa'daki A firması, Alman'yadaki B firmasından 12 Mart itibariyle 100 000 $ tutarında yedek parça ithal etmiştir. Bugün ki spot (cari) kur 1$=2 TL olsa da, A firması ödemeyi yapacağı 12 Haziran tarihine kadar dolar kurunda bir yükselmeden endişe etmektedir. Opsiyon sözleşmesi alım-satımı ile uğraşan bir bankadan bu miktar ve vadeye uygun bir döviz alış sözleşmesi satın almıştır. Sözleşmede;

Uygulama Fiyatı: 1$=2,40 TL
Opsiyon Primi Dolar Başına: 0,10 TL

Olarak belirlenmiştir.

 A firması açısından bu sözleşmeyi değerlendirecek olursak. Firmanın Başa-baş Fiyatı= Uygulama Fiyatı(2,40) + Opsiyon Primi(0,10) = 2,50 TL olacaktır. Vade sonunda yani 12 Haziran tarihindeki kur 1$=2,50 TL olarak gerçekleşirse firma başa-baş fiyatına gelmiş olacaktır. Bu fiyattaki kurda firma piyasada oluşan kur ve opsiyon sözleşmesi arasında kayıtsız kalacaktır. Çünkü bu durumda kar/zarar durumu söz konusu olmayacaktır.

 Diğer taraftan 12 Haziran itibariyle kur 2,50 TL'nin üzerinde bir fiyatta gerçekleşirse firma opsiyon hakkını kullanacaktır. Örneğin 1$=2,70 TL olarak gerçekleşirse;
 Alış Opsiyonu Alıcısının Kar/Zararı = Spot Kur-(Uygulama Fiyatı+Opsiyon Primi)
                                                            = 2,70-(2,40+0,10)=0,20 TL olacaktır.
Bu durumda A firması opsiyon sözleşmesinden 0,20 TL gibi bir kara sahip olacaktı. Beklediği gibi 12 Haziran tarihinde kur yükseldi firma opsiyon sözleşmesiyle kendisi risk karşısında sigortalamış oldu. Eğer tam tersi gerçekleşip kur başa-başın altında kalsaydı bu durumda firma cayma hakkını kulanacaktı.


Sonuç

Küreselleşmeyle birlikte finansal piyasalar her ne kadar büyüyüp gelişse de benzer şekilde risklerde artma eğilimine girmiştir. Özellikle gelişme yolundaki ülkeler ise risklere daha açık bir haldedirler. Bu noktada finansal  piyasalarda işlem yapan firma ve yatırımcılar türev araçları kullanarak etkin bir risk yönetimi sayesinde risklerini minimize etmeleri mümkündür.

Kaynakça

  • Prof. Burak Saltoğlu, Boğaziçi Üniversitesi, Türev Araçlar, Piyasalar ve Risk Yönetimi, Yıl:2016
  • Yalçın Karatepe, Ankara Üniversitesi,  Türev Piyasaları, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını,Yayın No: 587 

6 Ağustos 2017 Pazar

Anayasa Madde 73 

   Bilindiği üzere anayasalar toplumların barış içinde beraberce yaşamalarını sağlayan toplumsal bir sözleşmedir. Anayasa, bir devletin yönetim biçimini belirtir ve toplumların ülke üzerindeki egemenlik haklarını, bireylerin temel haklarını  ve bu hakları hangi koşullar altında kullanılabileceklerini belirleyen temel kanunlardır. Anayasalar devletin yönetme hakkına ve bireylerin temel haklarına meşrutiyet kazandırmaktadır.

   Anayasaların günümüz halini alması ise uzun ve kanlı  tarihsel bir sürecin sonucudur. Anayasacılık olarak nitelendirebileceğimiz  ilk önemli gelişme, ilk anayasal belge olarak kabul gören 1215 Magna Carta Libertatum'dur. İngiltere'de imzalanan bu belge ile kralın yetkilerin ilk kez sınırlandırılmış ve kral bazı yetkilerini kullanırken parlamentonun onayına tabi olmuştur. Bu belgede yer alan en önemli maddelerden biri ve yazımızın konusunu oluşturan kısım vergi ile ilgili olan maddedir.

   Devletlerin egemenlik haklarından kaynaklı olarak halktan çok eski dönemlerden beridir, temelde devletin kendi harcamalarını finanse etmek için vergi toplamışlardır. Özellikle yaşanan büyük savaşların finanse edilmesi için  vergi toplanmıştır. Fakat her dönemde vergi toplamak toplumlarda büyük sorunlara hatta isyanlara sebep olmuştur. Çünkü vergi koyma iradesinin tek bir kişide olması belirli bir süre sonra vergilerin aşırı toplanması ve vergi yükünün katlanamaz hale gelmesine yol açmıştır. Bunun sonucu ortaya çıkan isyanlar o kadar büyük boyutlara ulaşmaktaydı ki iktidarların değişmesine yol açabilmekteydi. Özelikle Osmanlı'da Celali İsyanları ve Patrona Halil İsyanı Avrupa’da Wat Tyler İsyanı, Hampden Hareketi, Poujade Hareketi ve Baş Vergisi İsyanı, Amerika’da
ise Pul vergisi İsyanı ve  Boston Çay Partisi isyanları yöneticilerin topladıkları aşırı vergiler yüzünden ortaya çıkmıştır. Magna Carta Libertatum'un imzalanmasının arka planında da halkın vergi isyanlarının etkisi oldukça yüksektir. Magna Carta'da yer alan madde ile kralın vergi koyma ve toplama yetkisi parlamento onayına tabi kılınmıştır.

   Vergilemenin gelişimi ve çağdaş bir çizgiye kavuşması batılı ülkelerde demokrasi anlayışının doğması ve mutlak siyasal iktidarın vergilendirme gücünün sınırlandırılması yönündeki girişimlerin ortaya çıkması sonucunda olmuştur. Özellikle kraliyet dönemlerinde kralların isteği ve keyfiliği vergi salmada etken olabilirken bu keyfiliğin önüne geçebilecek en önemli kavram halkın
isteğine dayanan vergileme yöntemi olmuştur.  İktidarın vergilendirme gücünün sınırlandırılması parlamentoların yasama yetkilerinin kaynağı olmuştur. Tarihte ilk demokrasi savaşları mutlak iktidarların vergilendirme konusundaki keyfi tutumlarına bir tepki olarak başlamıştır. Halk temsilcilerinden oluşan parlamentolar ilk yetkilerini vergilendirme konusunda almışlardır. Parlamentoların onayı olmaksızın vergi alınamayacağı (temsilsiz vergi olmayacağı)
kuralı, batı demokrasilerinin temel anayasal ilkelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Batıda ilk kez
Magna Carta Libertatum ile parlamentoya vergi koyma yetkisi tanınırken Osmanlı'da ilk adımlar  ise 1839 Tanzimat Fermanında yer almıştır. Yukarıda bahsettiğimiz gibi vergilemenin gelişimi, demokrasi ve insan haklarının gelişimiyle günümüzde artık anayasaların içerisinde yer alarak yasama gücüne dayalı bir hal almıştır.

  Şimdiye kadar vergilemenin günümüzdeki durumuna nasıl geldiğine kısa bir bakış attık. Asıl konumuza geri dönmek gerekirse. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyetinde hala yürürlükte olan 1982 Anayasasının dördüncü bölümünde "Siyasi Haklar ve Ödevler" başlığı altında yer alan madde 73 vergi ödevini düzenlemektedir. Anayasada yer alan bu madde ile Türkiye Cumhuriyeti devleti vergi koyma ve toplama yetkisini yasal bir zemine oturtarak parlamentoya  yani halkın temsilcilerine bırakmıştır. Bu madde ile hükümetin, parlamentonun onayı olmadan vergi koyması ve toplamasının önü kapatılmıştır. Verginin anayasamızın siyasal haklar bölümünde, bir hak olarak düzenlenmesinin yanı sıra aynı zamanda tüm toplum tarafından yerine getirilmesi gereken bir ödev olarak  kabul edilmiştir. Bundan kaynaklı herkes vergi ödemekle mükelleftir.

 1982 Anayasasında madde 73'e göre;

  •  "Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür.
  • Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır.
  • Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.
  • Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir."
  Maddenin birinci fıkrasında yer alan ifade de "Herkesin kamu giderinin karşılanması için mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür."  Fıkra öncelikle verginin neden topladığını ortaya koymaktadır. Devletin yapmış olduğu tüm kamu harcamaların en önemli finans kaynağı vergilerdir. Örneğin yapılan; cari harcamalar ( memur maaş ödemeleri, kırtasiye ve malzeme alımları ve süreklilik tekrar eden harcamalar ), yatırım harcamaları ( yol, köprü, baraj ve konut inşaatları vb. ) ve transfer harcamaları ( emekli maaşları, öğrenci bursları, yoksullara yapılan ayni ve nakdi ödemeler vb. ) birer kamu harcamasıdır ve devletin bu harcamaları karşılayabilmesi için vergi toplaması gerekmektedir.

  Fıkranın devam kısmında vergileme açısından son derece önemli olan "Vergi Adaleti "kavramına vurgu yapılmaktadır. 1982 Anayasası vergi adaletinin sağlanması noktasında referans aldığı yöntem "Mali Güç ( ödeme gücü)" ilkesidir. Ödeme gücü ilkesine göre bireyler vergi ödevini yerine getirirken mali gücüyle doğru orantılı olarak ödemeyi gerçekleştirirler. Tabi ki mali güç ilkesinin benimsenmesi başlı başına vergi adaletinin sağlanması noktasında yeterli değildir. Bazen yönetenler özellikle seçim zamanlarında -seçim öncesi ve sonrası- artan kamu harcamalarını finanse etmek için vergileri artırabilir yada vergi aflarıyla bazı grupların oylarını toplaya bilmek için vergi borç ve cezalarını ya tamamen silmeye yada taksitlendirmeye gidebilirler.
  Özellikle ülkede uygulanan vergi sisteminde dolaylı vergilerin ağırlıkta olması durumunda yukarıda bahsettiğimiz seçim ekonomileri  vergi adaletini olumsuz etkilemektedir. Genelde uygulanan vergi afları dolaysız vergileri ( kurumlar vergisi vb.) kapsamaktadır. Dolaysız vergilerde mükellef vergi borcunu bazen ödememekte veya erteleye bilmektedir. Dolaylı vergilerde ise  ( KDV, ÖTV ) asıl vergi yükünü taşıyan tüketicilerden vergi peşinen toplandığından herhangi bir af söz konusu olmamaktadır. Bu durum ise vergi adaletini olumsuz etkilemektedir.

  Dolaylı vergilerin ağırlıkta olması vergi adaletini bozmasının yanında bireyleri kayıt dışılığına itmekte ve vergi gayretini düşürmektedir. Örneğin KDV ve ÖTV gibi vergilerin, oranlarının çok yüksek ve çeşitli olması bireylerin fatura ve fiş almama-vermeme alışkanlığı kazanmalarına yol açmaktadır.
 Vergi adaletinin sağlanması toplumsal huzurun oluşmasının yanında kayıt dışılığı azaltacağı için vergi hasılatı da artacaktır.  2016 yılı 458,7 milyar ₺ vergi gelirinin; %55,7 KDV-ÖTV gibi dolaylı vergiler iken kurumlar vergisi sadece %9'u oluşturmaktadır. %21 ise Gelir vergisidir. Görüldüğü üzere dolaylı vergiler toplam vergi hasılatının çok büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Bu durum ise vergi adaletinin zayıf olduğu ortaya koymaktadır. Batıda ise dolaylı vergilerin toplam vergi hasılatı içerisindeki payı Türkiye'ye kıyasla düşüktür. 1982 Anayasasında belirtildiği üzere Türkiye sosyal bir hukuk devletidir. Sosyal devlet olmanın gereklerinde bir tanesi ise, vergide adaletinin sağlamasıdır. KDV ve ÖTV gibi hayatın her alanında yer alan ve nihai vergiyi tüketicinin ödediği dolaylı vergi oranlarında mutlak surette düzenleme yapılmalıdır. Düzenleme yapılmaz ise vatandaş bu duruma tepki verecek yada kayıt dışılığa yönelecektir.

  Bahsettiğimiz bu durum hali hazırda 73'cü maddenini ikinci fıkrasında  devlette bir görev olarak verilmiştir "Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır". Sosyal devlet olmanın gereğini yerine getirmek için, bu fıkra hükümete vergilendirmeyi bir maliye politikası olarak sunmuştur. Hükümet uygulayacağı maliye politikalarıyla vergi yükünün dağılımında adaleti sağlamalıdır.


  Madde 73'ün üçüncü fıkrası ise; "Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır" şeklinde düzenlenmiştir. Bu ifade 1215 Magna Carta Libertatum'dan başlayarak vergi koyma yetkisinin parlamentolara bırakılmasının sonucudur. Türkiye'de ilk defa bir vergi salınması, değiştirilmesi veya kaldırılması  yalnız ve yalnızca toplum adına onlar tarafından seçilmiş milletvekilleri tarafından ve yalnızca kanunla ile gerçekleştirilebilir. Verginin yanında diğer kamu gelirleri olan resim, harç ve benzeri yükümlülüklerde yalnızca kanunla getirilebilir yada tamamen kaldırılabilir.

   Devam eden fıkrada ise; "Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir." Bu fıkrada  Bakanlar Kuruluna yani hükümette kanunla konan bir verginin oranın yine kanunla belirlenen oranlar arasında uygulamasına imkan sağlamaktadır. Örnek vermek gerekirse 1984 yılında kabul edilen 3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanuna göre; "Katma değer vergisi oranı, vergiye tabi her bir işlem için % 10'dur. Bakanlar Kurulu bu oranı, dört katına kadar artırmaya, % 1 'e kadar indirmeye yetkilidir." Şeklinde düzenlenmiştir. Kanunda KDV oranı %10 olarak belirlenmiş iken Bakanlar Kurulu bunu %1'e kadar indirebilir yada %40'a kadar çıkartabilir. Fakat hiç bir şekilde Bakanlar Kurula vergi koyma ve kaldırma yetkisi anayasada tanınmamıştır. 

  Bakanlar Kurulu Anayasa ve ilgili kanunlara  bağlı kalarak muafiyet, istisna ve indirimleri düzenleyebilmektedir. Vergi adaletinin sağlanması noktasında muafiyet ve istisnalarda kullanılabilmektedir. Örneğin hükümet engelli vatandaşlara bazı muafiyet ve istisnalar tanıyarak onları KDV ve ÖTV gibi bazı vergilerin mükellefiyeti dışında bırakarak sosyal adaleti sağlayabilmektedir. 

Sonuç

 Çok eski çağlardan beridir vergi toplanmaktadır. Her dönemde farklı amaçlarla vergi ve vergi benzeri gelirle toplansa da temel amaç devlet harcamalarını finanse etmek olmuştur. Geçmişte daha çok savaşları finanse etmek amacıyla vergiler toplansa da günümüzde çoğunlukla devletinin günlük harcamalarının yapılması ve kamu hizmetinin yerine getirilmesi amacı vardır. Demokrasilerin henüz gelişmediği ülkeler de vergi koyma ve toplama yetkisi iktidarların elindeydi. Fakat iktidarların daha fazla vergi toplaması ve bitmek bilmeyen savaşların devam etmesi halkı vergiye karşı isyan etmesine neden olmuştur. Ortaya çıkan bu tepkiler  vergi koymanın ve toplamının  parlamentolara yani halkın onayına geçmesi yol açmıştır. Günümüzde bu mesele artık büyük oranda  çözümlenmiş olsa da vergi adaletinin sağlanamaması halen sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Tabi bunun çözümlenememesinin önündeki  en büyük engeller vergi adaletinin herkes tarafından farklı yorumlanması ve yöneticilerin cesur olmamalarıdır. Günümüzde artık devletlerin, sosyal devlet olmaları vergi adaletinin sağlanması noktasında daha fazla çaba sarf etmelerini gerekli kılmaktadır.


Kaynakça
  • 1982 Anayasası
  • 3065 Sayılı KDV Kanunu
  • ANADOLU HALK TÜRKÜLERİNDE VERGİ İSYANI, Selçuk İPEK, 2010 Ekin Yayınevi