Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

20 Ekim 2017 Cuma

Davranışsal İktisat ( Behavioral Economics )


Giriş

  İlk kez 1968'te İsveç Merkez Bankası tarafından Nobel Ödülleri'nin kurucusu Alfred Nobel anısına verilmeye başlanan  Nobel Ekonomi ödülleri 2017 yılında sahibini buldu. Bu yılki ödülü Davranışsal Ekonomi ( Behavioral Economics ) alanındaki çalışmaları nedeniyle ABD'li ekonomist Richard Thaler aldı. Thaler bilindiği üzere Davranışsal İktisat alanında ciddi çalışmalar yapıyordu. Özellikler psikolojik varsayımları ekonomik karar alma analizleriyle birleştirmesi bireysel kararların analizinde ekonomi ve psikoloji bilimleri arasında önemli bir bağ kurmuştur. Thaler çalışmaları sonucunda ortaya koyduğu teoriler  (Davranışsal Ekonomi Teorisi), bugün ki ekonomi politikalarını ciddi şekilde etkileyen yeni bir çalışma alanına katkıda bulunmuştur. 

 Bu çalışmamızda ise Davranışsal Ekonominin yöntemini ve diğer iktisadi ekollerle arasında ki farkı ortaya koymaya kısacası ne olduğu ifade etmeye çalışıcağız.


Davranışsal İktisadın Doğuşu 


   Davranışsal İktisadın temelleri Adam Smith’in 1759 yılında yayınladığı “The Theory of Moral Sentiments ( Ahlaki Duygular Teorisi )” adlı çalışmasına kadar dayanmaktadır. Smith eserinde insanın, yalnızca bireysel çıkar dürtüsüyle hareket eden bir varlık değil, aynı zamanda, istediğini diğer insanlarla değişim ilişkilerine girerek elde eden bir varlıktır şeklinde ifade etmiştir. Smit'e göre insanların diğer insanlar tarafından kabul görmek gibi bir çabası vardır. Smith bireysel davranışları insan psikoloji ile değerlendirerek Davranışsal İktisadın temellerini atmıştır. Bilindiği üzere Adam Smith bir klasik iktisatçı olarak Klasik İktisadi görüşün öncülerinde olmakla birlikte aynı zamanda bir Ahlak Profesörüdür. Bundan dolayıdır ki Geleneksel iktisadın üzerine basa basa vurguladığı
insanın  bencil olduğu konusuna Smith’in “Ahlaki Duygular Teorisi”nde hiç yer verilmez.
 
  Smith ile yakın dönemlerde yaşayan özellikle etik ve ekonomi alanlarındaki çalışmalarıyla ünlenmiş Hollandalı bir düşünür olan  Bernard Mandeville 1714 yılında yayınladığı “The Fable of the Bees or Private Vices, Publick Benefits” (Arıların Öyküsü veya Kişisel Kötülükler Toplumsal Yararı Sağlar) başlıklı eseriyle psikoloji ve iktisat arasında önemli bir ilişki kurmuştur. Bu bağlamda düşünürün yapmış olduğu en etkili çalışma iş bölümü içerisinde toplum çatısı altında bir arada yaşayan insanları, bir kovan içinde yine iş bölümü çerçevesinde yaşayan arılara benzetmesidir. Mandeville bu eserinde, her insanın bencil olduğunu ve bunun aslında hem doğal hem de erdemli bir şey olduğunu iddia eder. Ona göre toplumsal refahı artıracak olan aç gözlü  davranışlardır.

  19 yüzyıl boyunca dönem iktisatçıları psikoloji ve iktisat ilişkisine gönderme yapmaya devam etmiş. Fakat 20 yüzyılın başlarına doğru ortaya çıkan Neo-Klasik İktisat anlayışıyla psikoloji-iktisat ilişkisi ciddi biçimde sorgulanmaya ve reddedilmeye başlanmıştır. Neo-Klasik İktisat ile birlikte Sosyal Bilimler arasında yer alan İktisat Bilimi yeni bir yöntem arayışına yönelmiş özellikle Doğa Bilimlerin yöntemine yönelerek matematik ile iktisat problemlerini çözmeye çalışmıştır. Bu dönemde yaşanan gelişmeler Marjinal Devrim olarak kabul edilmiş ve Rasyonel İnsan davranışlarına vurgu yapılmıştır. Rasyonel insanların faydalarını maksimum düzeye getirmek için tercih yapıp tüketim yaptıklarını, yine rasyonel insanların karlarını maksimum düzeye getirmek için üretim yaptıklarını ifade etmişlerdir. Neo-Klasik iktisat ekolü maksimizasyonları belirleyebilmek veya faydayı ölçebilmek için yoğun matematik kullanılmaya başlanması, zamanla psikolojik unsurların iktisatta
yabancılaşmasına neden olmuştur. Neo-Klasik İktisatçıların insanı "Homo Economicus (Rasyonel İnsanı tanımlayan bir terimdir)" olarak tanımlamışlardır.

 19. yüzyıl da matematiğin  ekonomide karşılaşılan karmaşık sorunların çözümünde etkin şekilde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte bilim dalının adı “siyasal iktisat” (politicaleconomy)
yerine “iktisat” (economics)’a dönüşmeye başlamıştır. Özellikle mantıksal pozitivizmin etkisiyle iktisat somut ve gözlenebilir olgulardan hareketle daha matematiksel hale gelmesi diğer sosyal bilimlerle olan iş birliğini dışlamaya başlamıştır. Siyasal iktisat daha fazla insani davranış ve iktisat dışı davranışları analize katarken, “iktisat” (economics) bundan uzaktır.

  Her ne kadar bu dönemde psikoloji bilimine kuşkuyla yaklaşılsada 20. yüzyılda Fisher, Pareto ve Keynes gibi iktisatçılar insan davranışlarının ekonomi üzerinde etkileri olabileceği yönde çalışmaları olmuştur. Özellikle Keynes,  finansal piyasalarda rasyonel olmayan spekülatif davranışlarda psikolojik faktörlerin rolüne değinmiştir.

  Neo-Klasik ekolle birlikte iktisat sosyal bilimlerden uzaklaşmaya eğilimine girmiş olsada bazı teorisyenlere göre iktisat, insan faktörlü sosyal bir bilimdir. İnsanoğlunun karmaşık ve davranışlarının çoğu kez öngörülemez olmasından kaynaklı matematiğin insanı her zaman doğru analiz etmesi mümkün değildir. Matematiğin yetersiz kaldığı bu nokta Davranışsal İktisat,  insanın ekonomik davranışlarının psikolojik unsurlarla incelenmesi gerektiğini vurgulayarak iktisada katkı sağlamıştır
Birçok iktisatçıya göre ekonominin gerçeklerini ve karmaşık yapısını anlayabilmek için iktisat matematik dışında farklı araçları da kullanmalıdır. Özellikle ekonomik  davranışları incelerken toplumların kültürel yapılarına da bakılmalıdır. Psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi bilimlerden yararlanmak iktisadın topluma daha da yakınlaşması ve çözüm üretmesini katkı sağlayacaktır.


Davranışsal İktisadın Gelişimi



   Davranışsal İktisat 1980'li yıllara kadar egemen olan temel iktisadi görüşün varsayımlarını, özellikle de homo  economicus varsayımını eleştirerek ortaya çıkmıştır. Davranışsal İktisadi teoriler oluştururken sarf matematiksel verilerle analiz yapılmayıp ilgili teoriye psikolojik, sosyolojik unsurları da eklemek gerekir. İnsanlar her zaman kar yada fayda maksimize yapmak amacıyla karar vermeyebilir. Çünkü insanlar her zaman rasyonel karar almaları mümkün değildir. Örneğin, asimetrik bilginin varlığı, riskler ve belirsizlikler, statü ve itibar kazanma isteği, popüler hale gelmek , sevilmek yada sayılmak gibi psikolojik nedenlerle insanlar rasyonellikten uzaklaşabilirler.

  20. yüzyılda Davranışsal İktisat alanında öncü çalışmaları 1951 yılında yayınladığı “Psychological Economics” adlı kitabıyla George Katona, Herbert A. Simon ise 1947 yılında  “Administrative
Behavior” adlı çalışması ve Harvey Leibenstein'nin 1966 yılında yayınladığı ‘X-etkinsizliği’  (X-ineffciency) kavramı ile psikilojik ve sosyolojik öğelere yer vererek bu alanda önemli çalışmalar yapmışlardır. 2000'li yıllarda Davranışsal İktisat alanında daha fazla çalışmalar yapılmış. Akerlof ve Rachel E. Kranton “Economics and Identity” adlı makalesinde psikolojik ve sosyolojik unsurların ekonomik davranışlar üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Onlara göre davranışsal fiiller eğitimden tüketime, tasarrufdan işçi-işveren ilişkilerine kadar pek çok ekonomik olayı  etkilemektedir.

Davranışsal İktisadın Konusu ve Yöntemi



  Davranışsal Ekonomi, insanların bazen neden mantıksız kararlar aldığını ve davranışlarının neden  ekonomik modellerin tahminleri ile uyuşmadığını keşfetmek için psikoloji ve ekonomi üzerine kuruludur. Örneğin bir fincan kahveye ne kadar ödeyeceğimizi, hangi arabayı satın alacağımızı yada sağlık bir yaşam sürdürmek için ne kadar birikim yapmamız gerektiği ile ilgili kararları salt ekonomik etmenlerle almadığımızı ortaya koymaktadır. Davranışsal ekonomi, bir bireyin seçim B yerine neden A kararını verdiğini açıklamak ister.

  Davranışsal iktisatçılar gözlemi temel yöntem olarak  kullansalar da psikolojik süreçlerin insan davranış ve tercihlerini nasıl etkilediğini direkt ölçmek mümkün değildir. Bundan dolayı iktisatçılar bu noktada farklı yöntemlerle analiz yapmaktadırlar. Örneğin 2017 Nobel Ekonomi sahibi Thaler "Mental Accounting" (Zihinsel Muhasebe) kavramını literatüre kazandırmıştır. Bu teoriye göre insanların değerleri mutlak yerine göreli olarak düşünürler.Teorinin altında yatan önemli kavram, mantıksızlıktır. Zihinsel Muhasebe teorisine göre  bireyler kredi kartı faturalarında bireysel kalemlerinden, daha büyük bir tutarın küçük bir kısmı  görüldüklerinde daha mutlu olurlar bundan dolayı bir malı peşin almak yerine kredi kartıyla almak daha caziptir.

  İnsanlar doğası gereği duygusal ve kolayca dağılmış varlıklar olduğundan bazen kendi çıkarlarına uygun olmayan kararlar verebilirler. Örneğin rasyonel seçim teorisine göre, herhangi bir X kişisi kilo vermek istiyorsa ve her bir gıdada bulunan kalorilerin sayısı hakkında bilgi alıyorsa, yalnızca en az kalorili gıda ürünlerini tercih edecektir. Davranışsal Ekonomi, X'in kilo vermek istediği halde ve sağlıklı yiyecekleri yemeye karar vermesi fikrine sahip olmasına  rağmen, son davranışının  duygu ve sosyal etkilere tabi olacağını ortaya koymaktadır. Televizyonda cazip  fiyata bir tatlı reklamı yayınlanırsa ve  etkili bir şekilde pazarlanırsa örneğin, tüm insanlara günde 2000 kaloriye ihtiyaç duyduğundan söz ederse, ağzı sulandıran tatlı görüntüsü, fiyat ve görünüşte geçerli istatistikler, bir süre sonra X'in tatlının cazibesine yenik düşmesiyle sonuçlanacaktır.

Davranışsal İktisat Üzerine Bir TED Konuşması


 2013 yılında Alex Laskey adlı konuşmacı onu izleyenlere şu soruyu sordu: "How behavioral science can lower your energy bill ? "(Davranış bilimi, enerji faturasını nasıl düşürebilir?). Alex Laskey konuşmasına başlamadan önce kafasında şu vardı, enerji kullanımımıza yönelik tutumun sadece bir değişimle birlikte hepimizi kurtarabileceği. Çünkü bugün dünya üzerindeki optimal olamayan enerji tüketimi doğal kaynakları tüketmekte ve iklimin değişmesine neden olmakta. Laskey ve Opower'daki ekibi ile birlikte bir deney gerçekleştirdi. Bu deneyde amaç insanların enerji tasarrufu yapmalarını sağlayarak nasıl daha az enerji kaybını sağlayabilirler.

Bu amaç doğrultusunda bir bölgede yaşayan insanlara neden enerji tasarrufu yapmaya çalışmaları gerektiği konusunda üç farklı mesajdan birini üç farklı gruplara verdiler. Bu mesajlar şu şekildeydi yapacağınız tasarruflar sonucu:


  • Bu ay 54 $ tasarruf edebilirsiniz,
  • Gezegeni kurtarabilirsin,
  •  İyi bir vatandaş olabilirsin.
Peki gruplara verilen bu mesajlardan hangisi başarılı oldu? Sonuç hiç bir mesaj istenen  enerji tasarrufunu sağlamadı. Bunun üzerine araştırma ekibi gruplara dördüncü bir mesaj ekledi.
" Komşularınız enerji tasarrufu konusunda sizden daha başarılı" yeni mesaj sonrası daha önce sağlanamayan enerji tasarrufu bu kez istenilen düzeyde gerçekleşmeye başladı. Laskey bu durumu şöyle açıklıyor: İnsanlar bir şey sakıncalıysa, buna inansa dahi ikna olmazlar. Ama sosyal baskı var ise işte bu güçlü bir şeydir.
Laskey'in kurmuş olduğu Opower şirketiyle ABD'de her yıl davranış biliminin sayesinde enerji tasarruf projeleriyle yılda 2 terawat enerji tasarrufu sağlamayı hedeflemektedir.. Bu enerji bir yıldan daha fazla bir süre St. Louis ve Salt Lake City'deki her eve güç yetirecek kadar enerji tasarrufu sağlayabilecektir.

 Sonuç olarak Laskey, sosyal davranışın gücünü kullanarak ekonomik anlamda ciddi bir enerji tasarrufunun nasıl sağlanacağını ortaya koymaktadır.

Sonuç

  Davranışsal İktisat, insan faktörünü ön plana çıkarmaya uğraşarak ortaya koyduğu gözlemler ve deneyler sonucu her zaman neden rasyonel kararlar alınamadığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Özelikle son yıllarda yapılan çalışmalar egemen olan iktisadi görüşün sorgulanmasına yol açmıştır. Sosyal bilimler arasında yardımlaşma sonucu bugün geçmişte açıklanamayan bazı ekonomik davranışlar artık daha anlaşılır hale gelmiş ve çözüm imkanı ortaya çıkmıştır. 

Kaynakça

  1. www.investopedia.com
  2. www.behavioraleconomics.com
  3. www.iktisatvetoplum.com
  4. https://www.ted.com/talks/alex_laskey_how_behavioral_science_can_lower_your_energy_bill Lazkey'in İlgili Konuşması
  5. Hukuk ve İktisat Araştırmaları Dergisi, Cilt 4, No 2, Yıl 2012, İKTİSATTA PSİKOLOJİK İNSAN FAKTÖRÜ: DAVRANIŞSAL İKTİSAT, Yeşim CAN

12 Ekim 2017 Perşembe

Arz Yanlı Ekonomi (Supply Side Economics) ve Laffer Eğrisi Analizi





Giriş

  1970’li yıllarda  yaşanan stagflasyonla* birlikte Keynesyen İktisat Politikalarının ciddi bir şekilde sorgulandığı ve eleştirildiği  bir ekonomik istikrarsızlık  dönemi başlamıştır. Arz Yönlü İktisat politikaları ise bu eleştiriyi  yapan bir ekonomik anlayıştır. Arz Yanlı İktisatçıların Keynesyen makro ekonomik uygulamalara karşı en önemli eleştirisi; iktisat politikalarının kısa dönemde istikrar sağlama gibi amaçlarla kullanılmamasıdır. Onlara göre devletin kısa dönemde ekonomiye müdahalesi nispi fiyat mekanizmasını bozarak ekonomideki kaynak dağılımını olumsuz etkileyeceğidir. Bu nedenle devletin ekonomiye müdahaleden çok piyasanın daha etkin çalmasını sağlayacak önlemleri alması gerekmektedir.

Arz Yanlı Ekonomi Nedir ?

Arz Yönlü Ekonomi, bazıları için "Reaganomics*"  veya  40. ABD Başkanı Ronald Reagan'ın savunduğu "trickle-down*" politikası olarak bilinmektedir. Arz- yan ekonomi, artan üretimin ekonomik büyümeyi yönlendirdiğini söyleyen teoridir. Bu açıdan arz yönlü iktisat politikaları üreticiler ve işletmelere yöneliktir.
Temel İktisat Politikaları şöyledir:
  •  Yatırımcılar ve girişimciler için daha fazla vergi indirimi yapılması,
  • Tasarruf ve yatırım yapma teşvikleri sağlanması,
  •  Üretimi kısıtlayan çevre koruma standartlarının hafifletilmesini, 
  • Deregülasyona (düzenleyici politika) gidilmesini önermektedir,                                                                                        
bu yolla üretimin artacağını ve ucuzlayacağını ileri sürmektedirler.


  Ekonomik teorilerin çoğunda olduğu gibi, arz yanlı ekonomi de istikrarlı ekonomik büyüme için politikalar sunar. Genel olarak arz yanlı teorisinin üç temel taşı vardır: vergi politikası, düzenleyici politika ve para politikasıdır.

  Bununla birlikte, üç sütun ardındaki tek düşünce, ekonomik büyümenin belirlenmesinde üretim        ( mal ve hizmetlerin "arzı") önemlidir. Teori Keynesyen teoriye göre tam tersi bir şekildedir. Keynesyen teori talep yanlıdır ekonomik büyümenin kaynağını talep yanlı ele almaktadır. Arz yanlı teori talebin  fakir olabileceğini, dolayısıyla tüketici talebinin gecikmesi halinde ekonomiyi resesyona sürüklenebileceğini, bundan dolayı hükümetin mali ve parasal politikalarla müdahale etmesi fikrini  ortaya koymaktadır. Burada ki müdahale Keynesyen İktisat politikası* gibi bir anlayış değildir. Keynesyen Ekonomik anlayışın stagflasyonu çözememesi üzerine Arz yanlı Politikalara ilgi artmıştır.

 Nasıl Çalışır ?

  1970’li yıllarda yaşanan diğer bir önemli ekonomik sorun Keynesyen anlayıştan dolayı  kamu harcamalarının aşırı derecede artmış olmasıdır. Artan kamu harcamaları da, pek çok ülkede vergi yükünün aşırı yükselmesiyle sonuçlanmıştır. Yüksek oranlı vergi yükü ve yüksek enflasyonla birlikte, “taxflation*” adı verilen kavram iktisat literatürüne girmiş ve yeni iktisadi sorunlar ortaya çıkmıştır.

  Yaşanan enflasyon sonucu bireylerin nominal gelirleri artmış fakat reel olarak bir değişiklik olmamıştır.Nominal gelirdeki artış  bireylerin artan oranlı gelir vergisi nedeniyle daha yüksek oranda vergi ödemek zorunda bırakmıştır. Öte yandan vergi yükünün yüksek olması özel yatırım harcamalarını azaltıcı bir etki meydana getirerek, ekonominin üretim kapasitesini  düşürmüş, firmalarda meydana gelen bu olumsuzluklar istihdamın da olumsuz etkilenmesine neden olmuştur. Tüm bunların yanında yüksek enflasyon ve yüksek vergi oranlı nedeniyle tasarruflar çok düşük seviyelere gelmiştir.

  Bundan dolayı Arz Yanlı Ekonomik politikaları özellikle vergi politikaları üzerine yoğunlaşmıştır. Arz Yanlı vergi politikasına göre; özellikle vergi indirimleri yoluyla, üretim ve dolayısıyla vergi gelirleri pozitif yönde etkilenecek ve böylece ekonomik büyüme ve etkinlik sağlanacaktır. Arz yönlü politikalar işletmeler geniş teşvikler vererek çalışır. Vergilerde yapılacak indirimler sonucu firmalar daha fazla sermaye birikimi gerçekleştirir. Biriken sermaye ile firmalar yeni üretim alanları yaratarak mal ve hizmet üretimi artar.

 Arz Yanlı İktisatçılar malların ve hizmetlerin üretiminde bir artışın  fiyatı düşüreceğini savunur. Şirketler aşırı ürettiklerinde fazla stok oluştururlar artan stoklarla birlikte fiyatlar düşer ve tüketiciler artan arzı dengeleyerek ekonomiye dengeye gelmesini sağlarlar. Bu şekilde ortaya çıkan ekonomik refah artışı "Trickle-Down Teorisi" olarak adlandırılmaktadır.

 Öte yandan Gelir vergisi oranı azaltılırsa, bireylerin emek arzı atacak geliri artan bireyin tasarruflarında artma eğilimine girecektir. Tasarruftaki artış faiz oranının düşmesine ve yatırımların
artmasına yol açar. Kurumlar vergisinde yapılacak bir indirim ise, yatırımın karlılığını ve kurumun tasarruf gücünü artıracaktır. Düşük gelir vergisi oranları, işçinin eline geçen ücreti
artıracağından ve toplu sözleşmelerde istenilen ücret artışlarını azaltacağından, enflasyon hızını yavaşlatacaktır. Enflasyondaki bu düşüş ise tüketim, üretim ve dolayısıyla istihdamı artıracaktır.

Laffer Eğrisi Analizi

  Vergi oranları ile vergi gelirleri arasındaki ilişkiyi ortaya koyan Laffer Eğrisi, Arz Yanlı İktisat’ın önemli bir kavramıdır. Laffer'in ilk olarak Washington D.C.'de bir  restoranda peçetenin üzerine çizdiği söylenen bu eğri 1970'li yıllarda çok popüler olmuş bugün hala vergi oranlarındaki bir artışta ilk akla gelen analizlerden biri olmuştur.

 Laffer Eğrisi, daha düşük vergi oranları ile ekonomik büyümeyi arasında pozitif bir korelasyon ortaya koyan bir teoridir ve bu nedenle Arz Yanlı Ekonomik anlayışının en temel teorisidir. Laffer Eğrisi, vergi oranlarındaki değişikliklerin hükümetin vergi gelirlerini iki şekilde   nasıl etkilediğini açıklar.

 Teoriye göre devletin vergi oranlarında yapacağı bir indirim belli koşullar altında vergi gelirleri üzerinde bir kısa vadede bir azalış yaratsa da uzun vadede artış yaratacaktır. Laffere göre uzun vadede  düşük vergi oranları mükelleflerin ellerinde daha fazla para kalmasını sağlar tüketiciler daha sonra ellerinde kalan parayı harcayarak talepte bir artış yaratacaklardır. Firmalar ise artan talebi karşılamak için üretimi artırmaya başlarlar. Artan üretim emek talebi etkileyerek istihdamı artırmaktadır. Vergi indirimi ile Ekonomik büyümeye olan bu destek, daha büyük bir vergi tabanı yaratır. Bu şekilde kısa vadede ortaya çıkan vergi geliri kaybının yeri dolmaktadır.




 Yukarıda yer alan Grafiğe göre, eğrinin alt kısmında sıfır vergi oranında hiçbir hükümetin gelir elde etmediğini ve dolayısıyla hiçbir hükümetin olmadığını göstermektedir. Sıfır noktasından başlayarak alınan vergilerin artması devlet gelirlerini hemen artıracaktır. Başlangıçta vergileri artırmak eğrinin artan şeklinde gösterildiği gibi, toplam gelirin artmasını sağlamaktadır. Hükümet vergileri artırmaya devam ederken  her ek vergi artışı toplam vergi gelirine artı etkisi azalmaya başlayacak ve optimum noktada maksimum olacaktır. Vergi hasılatının maksimum olduğu nokta "Maximum Revenuen Growth (Maksimum Gelir Artışı)" yada Optimum Vergi Oranı olarak adlandırılır.

 Grafik Belirli bir noktadan ("Maximum Revenuen Growth ) sonra artan vergi oranlarının insanların az ya da hiç çalışmamasına ve böylece vergi gelirinin düşmesine neden olacağını göstermektedir. Bu noktada, yüksek vergiler ekonomik büyümeye ağır bir yük bindirmektedir. Talep o kadar çok düşüyor ki, vergi tabanındaki uzun vadeli düşüş, vergi gelirindeki ani artıştan uzaklaşmaktadır. Sonunda, vergi oranlarının eğrisinin en sağında olduğu şekilde % 100'e ulaşması durumunda, tüm insanlar çalışmamayı seçerler çünkü kazandıkları her şey hükümete gidecekti. Laffer grafikteki gölgeli bölümü   "Prohibitive Range (Yasak Bölge)" olarak adlandırmaktadır. Hükümetler "Maximum Revenuen Growth noktasında olmak isterler, çünkü insanlar zorla çalışmaya devam ederken hükümetin azami vergi geliri toplayacağı nokta budur.

 Diğer yandan vergi oranlarında meydana gelen artışlar optimal noktadan sonra vergi yükümlülerini yasal olmayan yollardan vergi kaçırmaya ve/veya yasal boşluklardan ve vergi sığınaklarından yararlanarak vergiden kaçınmaya teşvik etmiştir.


Arz Yanlı Ekonominin Uygulamaları

  Arz Yanlı Politikalar 1980’lerde ABD Başkanı R. Reagan ve İngiltereBaşbakanı M. Thatcher tarafından ön plana çıkartılmıştır. Türkiye'de ise Özal dönemi uygulama alanı bulmuştur. Özellikle ABD’de büyük ilgi gören Arz Yanlı İktisat, Başkan Reagan’ın seçim programına temel oluşturmuştur. Bu nedenle arz yanlı politikalara, “Reaganomics” ve “Thatcherism*” adı da verilmiştir.
 Başkan Reagan Stagflasyonla mücadele  bu politikaları etmek için kullandı. Reagan öncelikle vergi oranlarında bir indirime gitti ve  üst marjinal gelir vergisi oranını yüzde 70'den yüzde 28'e düşürdü. Başlıca  kurumlar vergisi oranını  yüzde 46'dan yüzde 40'a düşürdü. Bu Büyük Depresyon'tan bu yana yaşanan en büyük durgunluğun dışına çıkmasına yardım etmiş oldu. Başkanın yaptığı bu indirimler düşük gelirli grupları daha fazla tüketime iterken yüksek gelir gruplar vergi avantajının sağladığı gelirle ya borçlarını ödediler ya da bankalara yatırdılar. Reagan'nın uyguladığı politikalar başkanlık süresinin dolmasından sonra popülerliğini yitirdi ve eleştirilmeye başlandı.


 Arz Yanlı Politikalarda bugün başarıyı bir Avrupa ülkesi olan Romanya'nın yakaladığı söylemek yanlış olmaz. Romanya hükümeti uzun süre istediği ekonomik büyümeyi yakalayamamış ve çözüm yolu olarak vergi yasasını revize etmeye başlamıştır. Romanya hükümeti  2015 yılı sonunda katma değer vergisi (KDV) oranını yüzde 24'den yüzde 20'ye ve gelir stopaj oranını düşürmüştür bunun yanında basitleştirilmiş borçlar kaldırılmış ve bazı temettülerden kurumlar vergisinden muaf tutulmuştur. Gerçekleşen bu düzenlemeler hemen meyvesini vermeye başlamış ve 2016 yılı ilk çeyrekte Romanya, yıllık bazda yüzde 4.3 oranında büyümüştür. Romanya bu rakamla  2015 yılının dördüncü çeyreğine göre ise yüzde 1,6 oranında artış gösterdi. Yakalanan bu performans AB ekonomileri arasında son derece önemli bir başarıdır. Büyümeye ile birlikte istihdam oranında ki artış Romanya'nın Mayıs ayında işsizlik oranı, Euro Bölgesi ülkeleri için ortalama yüzde 10,1 ile karşılaştırıldığında yüzde 6,6'ya düşmesini sağlamıştır.

Sonuç

 Bugün hala ekonomistler vergi indirimlerinin uzun vadede artan ekonomik büyümeye neden olup olmadığını tartışmaya devam etmektedir.  Çünkü hala vergilerin hangi orana kadar artırılıp artırılmayacağı tartışma konusudur. Bunun asıl belirleyicisi ekonomin mevcut konjonktürüdür. Eğer bir ekonomide vergiler zaten düşükse vergi oranlarında yapılacak daha fazla bir  kesinti büyümeyi artırmadan gelirleri azaltacaktır. Arz Yanlı İktisatçılar pek çok soruna olduğu gibi enflasyona
karşı da arzı artırıcı politikaların uygulanmasını gerekli görmüşlerdir. Enflasyon karşısında vergi politikası dışında, bütçe politikası ve para arzını kontrole dayanan para politikasının da uygulanabileceğini belirtmişlerdir. Arz Yanlı İktisatçılara yapılan bir  eleştiri ise gelir dağılımı sorunu üzerinde fazla durmamış olmaları ve bu sorun üzerine eğilmemeleri olmuştur.

Dip Notlar



  • Stagflasyonla (Stagflation): Stagflasyon durgun ekonomik büyüme, yüksek işsizlik ve yüksek enflasyonun bir arada yaşandığı bir makro ekonomik istikrarsızlıktır. Ekonominin  zayıfladığı bir durumda ekonomide yaşanan gerileme sonucu  enflasyonun ortaya çıkması beklenmediğinden  alışılmadık bir durumdur. Normal bir piyasa ekonomisindeki yavaş büyüme enflasyonu engeller. 1970'li yıllarda yaşanan Arap-İsrail savaşlarının ekonomik alanı yansıması stagflasyon ile olmuştur. OPEC üyesi pek çok arap ülkesinin petrol üretimini kesmeleri maliyet enflasyonu yaratmıştır. Bunun sonucu fiyatlar genel seviyesi artmış aynı anda ekonomik durgunlukta yaşanmıştır. Yaşanan stagflasyona Keynesyen Ekonomik politikaların çözüm üretememesi sonucu Arz Yanlı Ekol doğmuştur.
  • Reaganomics: Başkan Reagan tarafından uygulanan arz yan politikalar bu şekilde literatüre girmiştir.
  • Thatcherism: İngiltere Başbakanı M. Thatcher tarafından uygulanan arz yan politikalar bu şekilde literatüre girmiştir.
  • Trickle-Down: Ekonomik büyümeyi teşvik etmek için büyük işletmelere, yatırımcılara ve girişimcilere yapılan vergi indirimleri veya sağlanacak diğer mali avantajlar firmaların gelir ve sermaye birikimi oluşturmalarını sağlar. Oluşan bu sermaye daha fazla üretim için yatırıma dönüşecek istihdam artacak ve toplumun geneline yayılan bir refah artışını sağlayacaktır. Bu işleyiş tıpkı zengin damla sulamalarının bir tarladaki bitkilere  indirgenmesinin faydayı maksimum etmesine benzetildiği için Damlayan Ekonomi Teorisi ya da  Trickle-Down olarak adlandırılmıştır.
  • Keynesyen İktisat Politikası: Keynes 1936 yılında yayımlanan " İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi" adlı eseriyle iktisatta yeni bir çığır açmıştır. Klasik İktisadi anlayışı  eleştiren Keynesyen Ekonomik anlayış devletin ekonomiye gerektiğinde maliye politikalarıyla müdahale etmesini savunmuştur. Keynes'in bu politikaları 1970'li yıllara kadar  uygulanmış fakat yaşanan stagflasyon sonrası  eleştirilmeye başlanmıştır.
  • Taxflation: Aşırı vergi yükü ile birlikte yüksek enflasyonun birlikte yaşandığı istikrarsızlık durumudur.


Kaynakça



  1. https://www.thebalance.com/
  2. http://www.investopedia.com/
  3. http://www.usfunds.com/
  4. http://www.mahfiegilmez.com/
  5. Savaş, Vural (2000), Politik İktisat, 4.Baskı, Beta Basım AŞ, İstanbul.
  6.  SÜ İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, Seyhun DOĞAN