Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

23 Haziran 2017 Cuma

Avrupa Birliği Ekonomik Kriterleri ve Türkiye'nin Performansı 

  Avrupa Birliği 1951 yılında Avrupa Kömür Çelik Topluluğunu kuran anlaşmanın ve 1957 yılında Avrupa Ekonomik topluluğunu kuran Roma Antlaşmasının  imzalanmasıyla temelleri atılan ve üye ülkeler arasında demokrasinin, insan haklarına, hukukun üstünlüğünün, ekonomik gelişme ve kalkınmanın sağlandığı, birlikte barış içinde yaşanabilecek dünya yaratma ideasını taşıyan uluslar-üstü ekonomik ve siyasi bir örgüttür.  Avrupa Birliği temellerinin atıldığı 1950'li yıllardan başlayarak kurucu ülkeler ve diğer Avrupalı devletleri de kapsayacak bir entegrasyonu hedeflemiş. Bu amaç doğrultusunda günümüze kadar yapılan pek çok zirve ve bu zirveler sonucu antlaşmalar imzalanmıştır. Gerçekleştirilen bu zirveler sonucu insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, ekonomik entegrasyonun yanında ortak bir savunma politikası yaratmak için  kurucu antlaşmalar revizyona uğramış ve günümüzdeki son halini 2009 yılında imzalanan Lizbon antlaşmasıyla tüzel kişiliğine haiz uluslara-üstü bir örgüt olmuştur.

Avrupa Birliği görüldüğü üzere  birçok alanda üye ülkeler arasında uluslar-üstü bir entegrasyonu hedeflemektedir. Temel hedeflerinden en önemlilerinden bir tanesi ise üye ülkeler arasında gümrük birliğinin sağlandığı, mallın, sermayenin ve emeğinin serbest dolaştığı bir ortak pazarın yanı sıra üye ülkeler arasında ortak bir para biriminin kullanıldığı ve benzer ekonomik politikaların yürütüldüğü tam bir ekonomik bütünleşmeyi sağlamaktır. Ekonomik alanda güçlü bir entegrasyonun sağlanması ve üye ülkeler ile üye adayı ülkelerin AB içerisinde yer alabilmek veya sıkıntısız bir şekilde üyeliklerini sürdürebilmesi için AB  zirveleri sonucu imzalanan antlaşmalarından olan Kopenhag (1993 ) ve Maastricht'te (1992 ) yer alan ekonomik ve mali kriterleri getirilmiştir.  AB ekonomik entegrasyonu sağlaya bilmek için ülkelerin bu kriterleri sağlama noktasında denetlemekte ve izlemektedir.

KOPENHAG KRİTERLERİ

 Bilindiği üzere 1993 yılında Danimarka'nın Kopenhag şehrinde imzalanan antlaşma AB'ye üye olarak kabul edilebilmek için aday ülkelerin yerine getirecekleri kriterleri üç başlık altında toplamıştır. 
Bunlar;
  • Siyasi kriterler
  • Ekonomik kriterler
  • Müktesebata uyum kriteri
Bunlar temel başlıklar olmasının yanı sıra alt başlıklarında pek çok kriteri barındırmaktadır. AB'nin genişleme politikaları doğrultusunda Kopenhag sözleşmesi imzalanmış ve üye adayı ülkelerden bu kriterleri yerine getirmeleri beklenmiştir. Bir ülke Kopenhag kriterlerinin siyasi kriterlerini yerine getirdiği taktirde AB o ülkeyi aday ülke ilan etmekte ve tam üyelik müzakere sürecini başlatmaktadır. Türkiye ile AB arasındaki tam üyelik müzakere süreci ise Türkiye'nin siyasi kriterleri yerine getirmesiyle  2005 yılında Brüksel zirvesinde başlatılmıştır.

Kopenhag ekonomik kriterlerinde asıl amaç üye adayı ülkelerin özellikle soğuk savaşın bitimiyle Balkanlarda ortaya çıkan ülkelerin ( Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya, Slovakya, Estonya, Letonya, Litvanya ve  Slovenya ) eski merkezi ekonomik yapının terk edilmesi sonucu piyasa ekonomisine geçişte desteklenmesi AB içindeki ekonomik rekabete karşı koyabilmeleri hedeflenmiştir. Bu amaçlar doğrultusunda ülkelere ekonomik yardımlarda bulunulmuştur.

Kopenhag ekonomik kriterleri şunlardır;

  • İşleyen Bir Piyasa Ekonomisinin Varlığı:

İşleyen piyasa ekonomisi;
  •  Makro-ekonomik istikrarın sağlandığı,
  •  Dış ticaret ve döviz kuru sisteminin liberalleşmesini, 
  • Fiyat istikrarını içeren bir ekonomik istikrara ulaşılmış olması ve sürdürülebilir dış dengenin varlığı,
  • Piyasa güçlerinin etkileşiminin yüksek olduğu, piyasalara giriş-çıkış engellinin olmadığı ve firmaların teknolojiye uyum sağlama kapasitesinin bulunması,
  •  Finansal piyasaların istikrarlı  olması ve tasarrufları üretim yatırımlarına yönlendirebilecek kadar iyi gelişmiş olması, derinleşmesi ve istikrarlı olması,
  •  Mülkiyet hakkını da koruyan bir hukuksal sistemin varlığını gerektirmektedir. 


AB ye üye olmak isteyen bir ülke bu şartları yerine getirmek zorundadır.

  Türkiye açısından değerlendirecek olursak; 2001 yılında yaşanan krizle birlikte yeni bir ekonomik döneme geçiş başlamıştır, hazırlanan " Güçlü Ekonomiye Geçiş" programıyla reformlar başlamıştır. Merkez Bankasının kanunu değiştirilmiş ve yasal bağımsızlık tam anlamıyla kazandırılmaya çalışılmıştır. MB'nın bağımsızlığı ile fiyat istikrarı temel amaç olmuş MB'nın kamuya kredi verme durumu ortadan kaldırılmıştır. Bu şekilde 2001 öncesinde çift hanelerde yer alan enflasyon rakamları sadeleşme eğilimine girmiş buna bağlı olarak da  faizler düşme eğilimine girmiştir. 
 Deregülasyon artmış denetleyici ve düzenleyici kuruluşlar piyasa aksaklıklarını gidermeye çalışmışlardır. Özelleştirmelerin artmasıyla devlet piyasada çekilmeye başlamıştır. Finansal sistemin istikrarı MB'nın hedefleri arasına girmiş ve yatırımcıya fon sağlamaya yönelik kredi imkanları artırılmaya çalışılmıştır. 2002 yılından itibaren döviz kurları serbest bırakılmış ve fiyat mekanizması işlemeye başlamıştır. Görüldüğü üzere Türkiye bu noktada kriteri sağlama noktasında daha fazla reform yapması gerekse de  başarılıdır. 


  • AB Piyasalarıyla Rekabet Edebilme Gücü
  Kopenhag ekonomik kriterlerinin diğer önemli bir şartı ise Avrupa Piyasalarıyla rekabet edebilecek güce sahip olmaktır. Bildiği üzere AB üye ülkeler arasında ekonomik bir entegrasyon hedeflemektedir. Bunun ilk aşaması ise üyelik sürecini başlattığı ülke ile ekonomik bütünleşme aşamalarından biri olan gümrük birliği kurarak gerçekleştirmektedir. Gümrük birliği içerisinde yer alan ülkeler birlik içinde dış ticareti kısıtlayan her türlü engelleri ve vergileri kaldırırken üçüncü ülkelere karşıda ortak bir dış ticaret politikası yürütmek zorundadır. Ülkeler dış ticaret yaparken belli politikalarla rekabet edebilmektedir. Gümrük birliğinin getirmiş olduğu bazı koşullar bunun ortadan kalkmasına ve ülkenin rekabeti yüksek ülke karşısında savunmasız kalmasına yol açabilmektedir. Bu olumsuz durumun yaşanmaması adına ülkeler kendi endüstrilerini gümrük birliği öncesi desteklemeli rekabet güçlerini artırıcı politikalar izlemeleri gerekmektedir. Bu noktada katma değeri yüksek ve yüksek teknolojili ürünlere yatırım yapmak gerekmektedir. 
 Bunun yanında AB üye adayı ülkelerin AB'ye üye olmayan diğer ülkeler ile STA ( Serbest Ticaret Antlaşması ) imzalamasına beklemektedir. Bu durum ise rekabetin önemini daha artırmaktadır.
 Türkiye ile AB arasında gümrük birliği süreci 1993 yılında başlamış ve 1996 yılında tamamlanmıştır. Gümrük birliği aşamalı bir şeklide gerçekleşmiş başlangıçta işlenmiş tarım ürünleri, otomotiv gibi belli başlı malları kapsamıştır. Türkiye'nin geçişi dengeli ve desteklenerek sağlanmıştır. Türkiye AB ile gümrük birliği içerisindeki rekabetle olan mücadelesi nispetende olsa başarılıdır. Günümüzde dış ticarette en önemli partnerimizden biri AB ve AB üyesi ülkelerdir. Fakat Türkiye hala dış ticarette enerji kaynaklarına bağlılıktan dolayı cari açık vermektedir. Bunun dengelenmesi noktasında en önemli yol ise katma değeri yüksek mallar üreten sektörlerin desteklenmesi ve yüksek teknolojik mallara yatırım yapılması şarttır. Bunun yanında beşeri sermaye ve eğitim sisteminde reformlar biran önce gerçekleştirilmelidir.

MAASTRİCHT KRİTERLERİ
  
 Yukarıda bahsettiğimiz gibi Maastricht kriterleri 1992 yılındaki Hollanda zirvesinde ortaya çıkan ve daha çok mali kriter olarak bilenen kriterlerdir. Genel anlamda üye ülkeler için getirilen kriterler olsa da üye adıyı ülkelerde Maastricht kriterlerini sağlamak zorundadırlar. Çünkü üyelik gerçekleştiği durumda bu kriterlerin varlığı aranacak ve AMB ( Avrupa Merkez Bankası ) tarafından denetlenecektir. Unutulmamalıdır ki AB üye ülkeler arasında " Ekonomik ve Parasal Birlik ( EPB )" hedeflemektedir ve bu alanın şartları bahsedeceğimiz kriterlerdir.

Maastricht kriterleri  beş başlık altıda toplanmıştır bunlar;


  • Kamu Kesimi Dengesi
 Üye devletlerin bütçe açıkları GSYH’nın % 3’ünden fazla olmayacaktır.

  • Kamu Brüt Borç Stoku

 Üye devletlerin kamu borçları GSYH’nın % 60’ını aşmayacak, üzerindeyse de %60
sınırına doğru istikrarlı bir biçimde azalma eğiliminde olacaktır.

  • Enflasyon Oranı

Üye devletlerde enflasyon oranı, fiyat istikrarı konusunda en başarılı performansa
sahip üç üye ülkenin ortalamasını 1,5 puandan fazla geçmeyecektir.

  • Döviz Kuru İstikrarı

 Son 2 yıl itibarıyla üye ülke parası diğer bir üye ülke parası karşısında devalüasyon
edilmiş olmamalıdır.

  • Uzun Dönemli Faiz Oranları

Herhangi bir üye devletin uzun dönem faiz oranları ortalaması, en düşük enflasyon
oranına sahip üç üyenin uzun dönem faiz oranları ortalamasını 2 puandan fazla
geçmeyecektir

AB içerisinde şuan için  Yunanistan ve İspanya gibi ülkeler bu kriterlerin bazılarını sağlayamamaktadır. Bu durum ise ekonomik ve parasal birliği tehdit etmektedir. AMB bu durumu ortadan kaldırmak için bu ülkeleri ekonomik anlamda desteklemektedir. Şimdi Türkiye'nin bu kriterleri ne kadar sağladığını bazı AB üyesi ülkelerle karşılaştırmalı olarak değerlendirelim.


Yukarıda 2016 yılı verilerine dayanarak oluşturulan tablo Maastricht kriterlerine göre Türkiye, AB, Euro Bölgesi, Yunanistan, İspanya, Almanya ve Fransa'yı karşılaştırmalı olarak analiz etmek için hazırlanmıştır. Analize Maastricht kriterlerinden olan döviz kurlarının  son 2 yıl itibarıyla üye ülke parası diğer bir üye ülke parası karşısında devalüasyon edilmiş olmamalı kriteri eklenmemiştir. Çünkü bu ülkeler hali hazırda serbest döviz kurunu benimsemiş durumdadırlar.

 Maastricht kriterlerine göre, üye devletlerin bütçe açıkları GSYH’nın % 3’ünden fazla olmamalıdır. Görüldüğü üzere bu kriter tabloda yer alan ülkeler tarafından İspanya dışında sağlanmıştır. İspanya içinde bulunduğu ekonomik durgunluktan dolayı genişletici maliye politikası uygulamaktadır bu durumda bütçe açığının %3'ten fazla olmasına yol açmaktadır. Türkiye 2001 yılından itibaren başlayarak mali disiplinin sağlamayı başarmıştır. Bunun sürdürebilirliği günümüzde devam etmektedir.
 Diğer bir kriter olan Borç Stoğu/GSYİH oranın %60 fazla olmaması koşulu Türkiye dışında tabloda yer alan ülkeler tarafından sağlanamamaktadır. Özellikle Türkiye'nin mali disiplini sağlamasıyla bütçe açığının düşmesi, borçlanma miktarını da düşürmüştür. Tabloya göre Türkiye dışındakilerin bu kriteri sağlayamamasının temel sebebi AB'nin 2008 kriziyle birlikte girdiği krizden genişletici maliye ve para politikalarıyla çıkma çabasıdır. Tabloda yer alan AB ülkeleri enflasyonu yükseltebilmek için dış piyasalardan aşırı borçlanmaya gitmektedirler. Özellikle Yunanistan yükse borç stoğu nedeniyle zor günler yaşamaktadır.

 Enflasyon oranı noktasında değerlendirecek olursak Türkiye'nin bu kriteri sağlayamadığı ortadadır. AB ve Euro Bölgesin'de enflasyon oranı %2 civarında iken Türkiye'de 2016 yılında %8 üzerinden gerçekleşen oran Türkiye açısından istenmeyen bir durumdur. Enflasyonu düşürmek için daha fazla çaba sarf edip, enflasyon yaratan unsurları ortadan kaldırmamız gerekmektedir.

Faiz oranları bakımından da Türkiye'nin başarılı olmadığı ortadadır. Bugün AB yaşadığı kriz dolayısıyla sıfır yada negatif faiz uygulamaktadır. Türkiye de enflasyon oranlarının hala AB ye kıyasla yüksek olması uzun vadeli faizlerin oldukça yüksek olmasına yol açan unsurlardan biridir.

Maastricht  Kriterlerinden bütçe ve kamu borcu kriterlerinde, Türkiye pek çok AB üyesi ülkeye ve EPB ortalamasına göre daha iyi durumda bulunmaktadır. Enflasyon ve faiz kriterleri ise halen AB üyelerine göre yüksek bir seviyededir.

SONUÇ

 Rekabet gücü yüksek tek bir Avrupa pazarı yaratma hedefine ulaşmak için AB, serbest piyasa düzenine sahip olmalarını gerekli gördüğü aday ülkelerin tam üyelik öncesinde belli bir ekonomik düzeye ve rekabet gücüne erişmelerini ve tam üye olduktan sonra da ekonomilerinin Birlik pazarında rekabet baskısına dayanma kapasitelerini arttırmalarını istemektedir. Bu noktada AB Ekonomik ve Parasal Birlik hedeflerine ulaşma noktasında üye ve üye adayı ülkelerden Kopenhag  ve Maastricht kriterlerini yerine getirmelerini beklemektedir. 2008 krizi sonrası AB ülkeleri ekonomik sorunlar yaşasa da yakın zamanda toparlanma eğilimine girmeye başlamıştır.
 Türkiye ise AB ile uzun bir geçmişe sahiptir ve hala üyelik süreci devam etmektedir. Türkiye 2001 yılından itibaren ekonomik kriterleri yerine getirebilme gücü ortaya koysa da hala ekonomik anlamda çok yol kat etmesi gerekmektedir.


KAYNAKÇA

  • http://ec.europa.eu/eurostat/tgm/table.do?tab=table&plugin=1&language=en&pcode=tec00118
  • https://tr.tradingeconomics.com/
  • http://www.avrupa.info.tr/tr

12 Haziran 2017 Pazartesi

OPEC (The Organization of the Petroleum Exporting Countries) ÜYESİ KATAR'A UYGULANAN YAPTIRIMLARIN KÜRESEL EKONOMİYE MUHTEMEL ETKİLERİ

  Geçtiğimiz hafta uluslararası arenada çok ciddi bir kriz yaşandı. Suudi Arabistan, Libya, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Yemen ülkeleri  Katarın teröre destek verdiği gerekçesiyle Katar ile olan tüm hava, kara ve deniz trafiğini kapattığını ve ülkelerinde bulanan Katarlı diplomatları ülkelerini terk etmelerini istedi. 

  Suudi Arabistan Katar'ı Orta Doğu'da Terörizme destek vermekle suçluyor ve Doha yönetiminin Suriye'de adını "Şam'ın Fethi Cephesi" olarak değiştiren Nusra ve İŞİD  desteklediğini iddia ediyor. Mısırın dile getirdiği suçlama ise Katar'ın Suudi Arabistan ve Mısır'ın terör örgütü olarak gördüğü Müslüman Kardeşleri ( İhvan ) hem siyasi hem de finansal olarak desteklemesi. Bahreryn'in diplomatik ilişkilerini kesme gerekçesi ise Katar'ın İran destekli silahlı gruplara destek vermesi.

  Katar ile diplomatik ilişkilerin kopması siyasi sorunların yanında pek çok ekonomik sorunu da beraber getirmesi kaçınılmazdır. Katar yüz ölçümü ve nüfus olarak küçük bir ülke olmasına karşın, sahip olduğu zengin yer altı kaynakları ( petrol, doğal gaz), yeraltı zenginliğinden kaynaklanan yüksek gelirle birlikte artan doğrudan yatırımlar, inşaat sektörünün gelişmesiyle birlikte yüksek gökdelenler, 2022 Dünya kupasının burada düzenlenecek olması ve inşaatı süren 8 stadyum ve Orta Doğuda önemli  finans merkezi olmasıyla oldukça önemli bir ekonomidir. 

 Özellikle Katar'ın OPEC üyesi olması Katar'a uygulanan yaptırımların küresel ekonomi üzerinde etkileri çok daha etkili olacaktır. Fakat Katar'a yaptırım uygulayan ülkeler  yaptıkları açıklama ile OPEC anlaşmasına sadık kalacaklarını belirtmeleri ve Katar'dan gelen ılımlı adımlar petrol fiyatları noktasında beklenen olumsuz durumunun kısa vadede gerçekleşmeyeceği gerçeğini ortaya koydu. 

 Her ne kadar OPEC anlaşmasına sadık kalacaklarını belirtseler de yaptırımların başladığı ilk andan itibaren petrol fiyatları sert bir yükseliş gösterdi. Brent petrolün varil fiyatı %2'ye yakın yükselerek 50 dolar seviyesinin üzerine çıktı. Katar'ın diğer önemli yer altı kaynağı olan doğal gazda ise  Dünya rezervlerini %14 sahiptir ve Rusya ve İran'dan sonra  bu noktada üçüncü sırada yer almaktadır . Katar ürettiği sıvılaştırılmış doğal gazı ( LNG ) bölgedeki limanları kullanarak ihraç etmektedir, yaptırımlar sonucu sevkıyatların gerçekleşemeyeceği endişesi, enerji piyasalarında tedirginlik yarattı.  
 Öte yandan Japon yatırım bankasının, yatırımcılara gönderdiği piyasa notunda, bölgedeki krizin büyümesi durumunda Katar'ın OPEC'ten ayrılması durumunda petrol fiyatlarında aşırı artışlar meydana gelebilir, şeklinde uyardı.

Görüldüğü üzere tarafların krizi daha büyütmesi durumunda OPEC'ten ayrılmalar gerçekleşebilir. Bu nokta OPEC'in amacının ne olduğu ve yaşanan gelişmelerin küresel ekonomi üzerindeki etkisinden konuşmak gerekmektedir.

 İlişkilerin kesilmesiyle getirilen ambargolar kapsamında sıvı doğal gaz taşıyan Katarlı tankerlerin birçoğu geri çevrilmiş.  Bu noktada ortaya çıkan arz noksanlığını ise  ABD doğal gaz ihracatçılarının karşılamaya başlaması  küresel piyasadaki ABD doğal gazını kuvvetlendirebilir. Birçok LNG kargosunun aksine, ABD kaynaklarının belli bölgelere ulaşmasında herhangi bir kısıtlama yok. Ülkeler arası gerilimin artması, ABD'nin bol kaynaklarına talebi artırabilir.

  Küresel anlamda kriz  yaratacak asıl  nokta ise petrol fiyatlarında aşırı yükselişlerin ortaya çıkabilme riski. Katar'ın ve krizin diğer taraf ülkelerinin OPEC üyesi olması, krizin buraya yansıması sonucunda küresel ekonomide üretim maliyetlerinde yükselmeler ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bilindiği üzere  Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC), 10-14 Eylül 1960'da Bağdat Konferansında İran, Irak, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Venezuela tarafından kurulan kalıcı bir hükümetler arası kuruluştur. Beş Kurucu Üyeye daha sonra on ülke daha katılmıştır: Katar (1961), Endonezya (1962, üyeliğini 2016 askıya aldı), Libya (1962), Birleşik Arap Emirlikleri (1967), Cezayir (1969),Nijerya (1971), Ekvador (1973), Angola (2007). Gabon (1975)  ve Ekvator Ginesi (2017). OPEC'in merkezi ise Viyana'dadır.
 
  OPEC'in amacı, petrol üreticileri için adil ve istikrarlı fiyatların temin edilmesi amacıyla Üye Ülkeler arasında petrol politikalarını koordine etmek ve birleştirmek; Tüketen ülkelere petrolün verimli, ekonomik ve düzenli olarak tedarik edilmesi; ve sektöre yatırım yapanlara  adil bir sermaye getirisi sunmaktadır. Amacından da anlaşılacağı üzere OPEC petrol fiyatlarının belirleme noktasında önemli bir arz mercisidir.

  Mevcut tahminlere göre, dünyadaki kanıtlanmış ham petrol rezervlerinin% 80'inden fazlası OPEC üyesi ülkelerde bulunuyor ve OPEC'in petrol rezervlerinin büyük kısmı OPEC toplamının% 65'ini oluşturuyor. OPEC elinde bulunan bu arz miktarı sonucu kartel gibi hareket ederek dünya fiyatlarını etkileyebilmektedir.

 Krizin OPEC'e sıçraması durumunda üretimin düşmesi riski ortaya çıkabilir ve bu durumda petrol ve petrol türevlerinde dışa bağımlı ülkeler açısında maliyetlerin artması anlamına gelecektir. Arzdaki düşüş sonucu petrol fiyatları yükselecektir. 1970'li yıllarda yaşanan Arap-İsrail savaşlarında benzer bir durum yaşanmış ve stagflasyon ( yüksek enflasyon + yüksek işsizlik )  denen hadise meydana gelmişti. 2014 yılından itibaren düşme eğilimine giren petrol fiyatlarının kriz sonrası tekrardan yükselme eğilimine geçmesi muhtemeldir.
 Sonuç olarak krizin hem bölgesel hem de küresel anlamda ekonomik açıdan pek çok istikrarsızlığı beraber getireceği kaçınılmaz bir gerçektir. Bu noktada taraf devletlerin biran önce uzlaşma masasına oturmaları herkes için en uygun çözüm yolu olacaktır.


Kaynakça:

  • http://www.bbc.com/
  • http://www.opec.org/opec_web/en/index.htm
  • http://www.businessht.com.tr/